• resmi ilanlar

Son rekatı kıldığı zannı ile son oturuşu yapan birisi namazını nasıl tamamlar?

01/08/2013 00:00

...

 

Farz veya nafile namaz kılarken, son rekattan önceki herhangi bir rekatın sonunda, bu rekatları son rekat zannederek oturup teşehhütte bulunduktan sonra selam veren bir kimse; şayet göğsünü kıbleden çevirmek, konuşmak ve gülmek gibi namaza aykırı bir davranışta bulunmamışsa, hemen ayağa kalkarak kalan rekatları tamamlar. Namazın sonunda sehiv secdesi yapar; böylece namazı tamamlanmış olur. Fakat namazda eksik bıraktığı rekatları tamamlamadan selam verip, namazı bozan bir davranışta bulunmuşsa, namazı başından alarak tekrar kılması gerekir (Merğinani, el-Hidaye, I, 74; İbn Nüceym, el-Bahru'r-Raik, Daru'l-Marife, Beyrut, ts. , I, 276; İbn Abidin, Reddü'l-muhtar, Beyrut, 2000, II, 91).

 

 

*   *    *

 

BÜYÜKLERİN SÖZLERİ, SÖZLERİN BÜYÜKLERİDİR...

Öfkenin ateşi önce

sahibini yakar, sonra

kıvılcımı düşmanına

ya varır, ya varmaz.

(Sadi)

 

 

*   *    *

 

KIRK HADİS

Hiçbir baba, çocuğuna, güzel terbiyeden daha üstün bir hediye vermiş olamaz. Tirmizî, Birr, 33.

 

 

*   *    *

 

İnsanların çoğunun gafil olduğu iki nimet…

İSLAMDA EĞLENCE -1

 

2. Güreş: Hz. Peygamber (s.a.s), iyi bir pehlivan olan Rükâne ile güreşmiş ve onu yenmiştir.

Bedeni eğiterek güçlendirmek ve bu maksatla spor yapmak gereklidir. Çünkü nefis müdâfaasında ve İslâm diyarını savunmada, eğitilmiş güçlü bir bedenin hasmına, gâlip gelme şansı büyüktür. İslâm, kuvvetli mü'minin, zayıf mü'minden hayırlı olduğunu bildirmiştir.

3. Atıcılık: Atıcılık hem meşrû bir eğlence hem de savaşa hazırlık için bir eğitimdir. İslâm, müslümanların düşmanları karşısında güçlü olmasına büyük önem ermiştir. Kur'ân-ı Kerîm'de, "Onlara karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet ve cihad için bağlanıp beslenen atlar hazırlayın" (el-Enfâl, 8/60) buyurulmuştur. Peygamberimiz (s.a.s) burada geçen "kuvvet" sözünü "atmak" olarak tefsir etmiş ve; "Dikkat ediniz!.. Kuvvet atmaktır, kuvvet atmaktır... kuvvet atmaktır!.. " (Müslim, İmâre, 167; Ebû Dâvûd, Cihad, 23; İbn Mâce, Cihad, 19; Ahmed b. Hanbel, IV, 157) buyurmuştur. Yine, ''Atıcılık üzerinde durunuz; çünkü o, hayırlı eğlencelerinizdendir'' buyurmuştur.

Atıcılığı öğrenmek için güvercin vb. hayvanları besleyip hedef olarak kullanmak yasaklanmıştır. Abdullah b. Ömer (r.a.) böyle yapan bir topluluk gördüğünde kendilerine, "Peygamber (s.a.s) canlı bir şeyi vasıta yapanları lânetledi" demiştir. Horoz döğüştürmek, deve ve boğa güreştirmek de yasaklânmıştır; çünkü bu, eğlence için hayvanlara işkence etmektir. Câhiliye Arapları, iki koç veya iki boğayı ölünceye kadar döğüştürürler, kendileri de onları seyrederek gülüşürlerdi."

4. Kılıç-Mızrak Oyunları: Hz. Peygamber (s.a.s) Habeşlilerin Mescidi Nebevî'nin önünde kendi millî oyunları olan "şiş oyunu"nu oynamalarına ve Hz. Âişe'nin onları seyretmesine müsaade etmiştir. Hattâ, "Göreyim sizi ey Erfede oğulları!.." diye onları teşvik etmiştir. Peygamberimiz (s.a.s) bu oyunlara engel olmak isteyen Hz. Ömer (r.a.)'i de, ''Bırak onları ey Ömer!" diye uyarmıştır.

Peygamberimizin engin müsâmahalarıyla faydalı bir eğlence olan "kılıç oyunu" mescidde oynanmış, Hz. Âişe vâlidemiz de bu oyunu seyretmiştir. Hz. Âişe (r.anha) diyor ki: "Peygamber (s.a.s) kendi örtüsüyle beni örttü ve kendim usanıncaya kadar mescidde oynayan Habeşlileri, eğlenceye meraklı genç bir kızın seyredebileceği kadar seyretmeme müsaade etti."

İslâm'ın mübah saydığı eğlencelerin, oyunların hiçbirisinde hasmı yaralamak, ona eziyet vermek yoktur. Çünkü insan hürmete lâyıktır. Oyuncu, oyunun kurallarına göre gücünü ve zekasını kullanarak hasmını yenmeğe çalışır; bilerek rakibine zarar vermez.

5. Avcılık: Avcılık da meşrû olan faydalı eğlencelerdendir. Hem spor, hem eğlence; hem de kazanç yoludur. Kur'ân'da bildirildiğine göre hacc ve umre için ihrâma girildiğinde av yapılması yasak olur (el-Mâide, 5/95-96). Ayrıca kutsallığından dolayı Mekke'de bulunan hayvanların avlanması yasaktır.

Meşru Olmayan Eğlenceler:

1. Kumar ve şans oyunları: İçinde kumar* bulunan her oyun haramdır. Kumar ise, oyuncuya mutlak bir şey kazandıran veya kaybettiren oyundur.

Kumar olsun olmasın tavla oynamak haramdır: "Tavla oynayan, domuz etine ve kanına elini bulamış gibidir. "; "Tavla oynayan, Allah'a ve Rasûlüne karşı gelmiş sayılır' (et-Tâc, V/287).

Bazı âlimlere göre kumar karışmıyorsa tavla haram değil mekruh olur.

Satrancın haram ve mekruh olduğu hakkında İslâm hukukçularının farklı görüşleri varsa da en doğrusu şu şartlar altında onun mübah olmasıdır:

a) Satranç yüzünden namazın vaktinden sonraya bırakılmaması;

b) Kendisine kumarın karışmamış olması;

c) Oyuncunun oyun esnasında dilini kötü sözlerden sakındırması.

Bu üç şart yerine getirilmezse satranç oyunu haram olur.

DEVAMI YARIN

 

 

*   *    *

 

KISSADAN HİSSELER

 

KUR-AN-IN

PEYGAMBERİMİZE

VERDİĞİ DEĞER

 

Kur'ân'a baktığımız zaman vahyin sadece peygamberlere gönderilen ilahî bir kitapla sınırlandırılmadığına, Hz. Peygamber'e Kur'ân dışında da vahiy verildiğine işaret eden pek çok âyet görmekteyiz.

Kur'ân'da, Hz. Peygamber'e ve diğer bazı peygamberlere kendilerine verilen Kitaplar'ın yanında bir de “hikmet”in verildiği ifade edilmektedir.

“Allah Sana Kitab'ı ve hikmeti indirmiş ve Sana bilmediğin şeyleri öğretmiştir. Allah'ın Sana olan lütfu cidden büyük olmuştur.” (Nisa 4/113).

Hz. Peygamber elbette kendisine indirildiği belirtilen Kitapla birlikte bu hikmeti de ümmetine tebliğ etmiştir. Nitekim Bakara sûresinde şöyle buyrulur: “Nitekim, kendi içinizden size âyetlerimizi okuyan, sizi arındıran, size Kitap ve hikmeti ve bilmediklerini öğreten bir peygamber gönderdik.” (Bakara 2/151).

Bu ve benzeri âyetlerde Kitap'a ilave olarak Hz. Peygamber'e verildiği zikredilen bu “hikmet” alimlerce genelde Allah'ın elçisine verilen “sünnet” olarak tefsir edilmiştir. Mesela bunlardan İmam-ı Şafiî bu görüşünü şöyle dile getirir:

“Allah (burada) önce Kitap'ı -ki ondan maksat Kur'ân'dır- ardından da “hikmet”i zikretmiştir. Kur'ân ilimleri sahasında ehliyetlerinden emin olduğum kişilerden işittim ki, buradaki “hikmet”ten kasıt, Rasûlullah'ın sünnetidir. Çünkü önce Kur'ân zikredilmiş peşinden ayrı olarak “hikmet” eklenmiştir.”

DEVAMI YARIN

 

 

*   *    *

 

ORUÇLA İLGİLİ AYETLER VE HADİSLER

 

Sure (Nisâ Suresi), 173. Ayet

İman edip salih ameller işleyenlere gelince, (Allah) onların mükafatlarını eksiksiz ödeyecek ve lütfundan onlara daha da fazlasını verecektir. Allah'a kulluk etmekten çekinenlere ve büyüklük taslayanlara gelince; (Allah) onları elem dolu bir azaba uğratacaktır ve onlar kendilerine Allah'tan başka bir dost ve yardımcı da bulamayacaklardır.

 

 

*   *    *

 

Dr.Halil TAŞPINAR

İl Müftü Yardımcısı

 

ASRI SAADETİN ÖRNEKLİĞİ

Bizler Müslüman olarak, Hz. Peygamber’in en yakın arkadaşları ve İslam’ı bize taşıyan ashab-ı kiramı yeterince tanıyor muyuz? Kafamızdaki sahabe imajı nasıl şekillenmiş? Sahabe, Peygamberimiz (s.a.v.)’in arkadaşları diyebileceğimiz asr-ı saadet insanlarıdır. Erkek veya kadın, büyük veya küçük bir Müslüman, Rasulullah Efendimizi (s.a.v) çok az da olsa, bir kere görürse; kör olan, bir kere konuşursa ve iman ile vefat ederse bu kimseye Sahabe denir. Sahabe, sohbette bulunan arkadaş manasına gelir. Bu kelimenin çoğulu ashabdır. Eshab-ı Kiram, İslam’ın ilk muhatapları olup Peygamber Efendimiz (s.a.v)’den bizlere dini değerleri nakleden birinci kuşaktır. Kur’ân-ı Kerim onların derecelerini; “(İslâm dinine girme hususunda) öne geçen ilk muhacirler ve ensar ile onlara güzellikle tabi olanlar var ya, işte Allah onlardan razı olmuştur, onlar da Allah'tan razı olmuşlardır. Allah onlara, içinde ebedî kalacakları, zemininden ırmaklar akan cennetler hazırlamıştır. İşte bu büyük kurtuluştur” (Tevbe 9/100) ayetiyle haber vermektedir.

Cahiliye devri insanları, Hz. Peygamberin örnek ahlakı ile ahlaklanıp asr-ı saadet insanı haline gelerek, bizlere en güzel örnekler olmuşlardır. Bu insanları İslam tarihi ve siyer kitaplarını okuyarak tanımalıyız. Onları yeterince tanımaz isek örnek alamayız, çocuklarımıza anlatamayız. Onları tanımak için, her gün veya hafta sahabe-i kiram ve onlara yakın zatları, sohbet konusu yapmalı ve onlarla alakalı yazı ve kitapları okumalıdır. Sahabe efendilerimiz uhrevi hayatı kazanmak için dünya hayatını, ahiret sermayesi haline getirmişlerdir. Bizler zamanlarımızı nasıl geçiriyoruz? Dinimizi öğrenip yaşamak için çalışıyor muyuz? Önemli olan budur.

Zira iyi bir Müslüman olabilmek için; İman esaslarını, Kur'an hakikatlerini ve sünnet düsturlarını, çok iyi öğrenmek ve bunları hem dil, hem de hal ile neşretmeyi, hayatın gayesi haline getirmelidir. Resûl-i Ekrem ile sahabe-i kiramı çok iyi tanımalıdır. Onları candan severek, onlara benzemeye çalışmalıdır. Ayrıca sahabelerin farklı mizaçlarının kıyamete kadar gelecek Müslümanlar için bir prototip örneklik boyutu vardır. Nitekim Rasulüllah Efendimiz, “Ashabım gökteki yıldızlar gibidir. Hangisine uyarsanız, hidayete kavuşursunuz” buyurmuşlardır. Günlük hayatta karşılaşılan farklı olaylara, İslam tarihinde ve sahabe-i kiramın hayatında örnek açılımlar vardır.

Örnekleme/modelleme dini hayatta da çok önemli bir yere sahiptir. Eğitiminiz örnekleriniz kadar güçlüdür. Sonraki nesillere intikal ettirmek istediğiniz değerlerinize gereken ilgiyi göstermelisiniz. Çocuklarımıza sahabeyi sevdirebiliyor muyuz? Önce sahabe-i kiramı büyükler olarak biz iyi tanımalıyız. Haydin şu mübarek Ramazan ayında Kur’ân’ı okuyup öğrenirken, İslami güzellikleri yaşayıp yaşatmak için; İslam tarihini, Peygamberimizi ve sahabe-i kiramı tanıma seferberliğinde yarışalım Ayrıca onları yakinen tanımak için hayatlarından bazı örnekler verelim.

Hz. Ebu Bekir’in cömertliği:

Hz. Ömer (ra) şöyle anlatıyor :“Hz. Peygamber bir gün bizlere sadaka vermemizi emr etti. O sıralarda mal bakımından oldukça zengindim. Kendi kendime “Eğer Hz. Ebu Bekir’i geçebilmem mukadderse ancak bugün olabilir” dedim ve malımın yarısını getirdim. Hz. peygamber “Aile efradına bir şey bıraktın mı?” diye sordular. “Evet, onlara da bir şeyler bıraktım” dedim. Ne kadar bıraktığımı sorduklarında da “Bunun kadar da onlara bıraktım” cevabını verdim. Biraz sonra da Ebu Bekir geldi. Hz. peygamber ona da “Ey Eba Bekir! Sen aile efradına ne bıraktın?” o da “Onlara Allah’ı ve onun resulünü bıraktım” dedi. Bunun üzerine onu hiçbir zaman geçemeyeceğimi anladım.” (Ebu Davud, Tirmizi)

Hz. Aişe ile kız kardeşi Esma’nın cömertlikleri:

Abdullah b. Zübeyr şöyle diyor: “Aişe ile Esma’dan daha cömert kadın görmedim. Ancak bunların cömertlikleri birbirinden farklıydı. Şöyle ki; Aişe biriktirir ondan sonra dağıtırdı, Esma ise elinde bulunanı ertesi güne bırakmazdı.” (Buhari)

Sahabeler kendileri muhtaç olsa bile verirlerdi

Ebu Hureyre(ra)’den: “Biri Peygamberimize gelerek aç kaldım dedi. Peygamberimiz hanımlarına bu adamın karnını doyurmak için haber gönderdi. Evlerinde sudan başka yiyecek içecek bir şey olmadığı cevabı geldi. Efendimiz, ashabına: “Bu kişiyi sofrasına alacak (misafir edecek) kim var?” dedi. “Ey Allah’ın elçisi! Ben onu misafir kabul ederim,” diyerek adamı evine götürdü. Hanımına, bu peygamberimizin misafiridir, buna iyi bak deyince karısı çocukların yiyecekleri var ne yapalım? dedi. Adam:  “Olan yemeği getir, mumu yak, çocuklar yemek isterse onları uyut.” Kadın, kocasının buyruklarını yaptı ve mumu düzeltecekmiş gibi davrandı ve söndürdü. Yemeği misafirin önüne koydu, karanlıkta karı-koca yemek çiğner gibi yaptılar. O gece evdekiler aç yattılar. Sabah olunca Peygamberimizin yanına gittiler.  Resulullah (sav):  “İkinizin (misafirle senin) bu geceki durumunuzdan Allah hoşnut oldu!” buyurdu. Ve bu ayet nazil oldu:  “Onlardan önce o yurda (Medine’ye) yerleşmiş ve (samîmâne) imana sarılmış olanlar (Ensar), kendilerine hicret edip gelen (Muhacir)leri severler; hem (onlara) verilenlerden dolayı sinelerinde bir ihtiyaç (bir rahatsızlık) duymazlar ve kendilerinde bir sıkıntı (bir ihtiyaç) bile olsa, (o kardeşlerini) kendi nefislerine tercih ederler! Kim nefsinin cimriliğinden korunursa, işte onlar gerçekten kurtuluşa erenlerdir!” (Haşir 9) (Zübde-tül Buhari)

 

 

*   *    *

 

Dr.Halil TAŞPINAR

İl Müftü Yardımcısı

 

İLİM AMEL ETMEYİ GEREKTİRİR

 

İlim ilim bilmektir,

İlim kendin bilmektir,

Sen kendin bilmezsen

Ya nice okumaktır.

Yunus EMRE

 

İlim, insanın duyu vasıtaları ile elde ettiği veya Allah Teâlâ'nın vahiy yolu ile doğrudan doğruya gönderdiği, içinde zan ihtimali bulunmayan yakını bilgi. İslamî terminolojide ilim terimi; "bilgi" kelimesini karşılamak için kullanıldığı gibi, herhangi bir bilgi şubesini ifade için de kullanılır. Meselâ; kelâm ilmi, tefsir ilmi gibi. Keza, ilim ve bilgi terimlerinin bazen marifet kelimesiyle karşılanıldığı da bilinir.

İslâm kadar ilme önem veren başka bir din yoktur. Kur'an-ı Kerim'de sadece ilim kelimesi yüzbeş defa zikredilir. Bu kökten gelen diğer kelimelerle birlikte bu sayı sekiz yüzellidokuzu bulur. Ayrıca "akıl, fikir, zikr" gibi kelimeler Kur'an-ı Kerim'de çok zikredilir.

İslâm’ın ilme ve ilim sahiplerine verdiği değeri pek çok âyet ve hadislerde zikredilmekdir. “Hakkında kesin bilgi sahibi olmadığın şeyin peşine düşme. Çünkü kulak, göz ve kalp bunların hepsi ondan sorumludur.” (İsra 17/36) İlimde öncelikli maksadın Allah’ın tevhidini bilmek, tevhidin açılımını insanlara öğretmek ve hayata geçirilmesini temin etmek olmalıdır. İslâm’da ilmin, eğitim ve öğretimle yakından ilgili olduğunu görebiliriz. Ayrıca bu ilim sayesinde bireysel ve toplumsal olarak ahlakî değerlerin kazanımını ve uygulanmasını da elde edebiliriz. Bu amaçla Hz. Peygamberden beri İslâm’ın ilk dönemlerinde camilerin ibadet merkezi olmakla birlikte aynı zamanda eğitim ve öğretim merkezleri olduğu görülmektedir. İslâm’ın ilk dönemlerinden beri hayatın idamesi için pozitif bilimlere ve bu konudaki araştırmalara büyük önem verildiği, İslâm âleminde tıp, matematik, kimya ve sosyal bilimlerde önemli merhaleler kat edildiği, bu konularda İbn Sîna, İbn Heysem, Birûnî ve İbn Haldûn gibi âlimlerin yetiştiği bilinen bir gerçektir. Dolayısıyla vahiyle akıl arasında bir çelişki olmadığı, vahyi kaynak alan dini ilimlerle aklı ve tecrübeyi esas alan fenni ilimlerin sahalarının farklı olduğu görülebilir. İslam’ın temel kaynakları olan Kur’ân ve hadislerin akla büyük önem verdiği, bu iki kaynağın insana tefekkürü ve ilmi araştırmaları emretmektedir. Kısaca İslâm’ın terakkiye mani olduğu iddiasının İslam’a yapılan bir bühtan ve iftira olduğunu da ifade edebiliriz.

 “De ki: “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” Ancak akıl sahipleri öğüt alırlar.” (Zümer 39/9) âyetinden hareketle İslâm dininin ilmi, üstünlük sebebi olarak kabul ettiği belirtilir. Ancak Kur’ân, hayatı sadece maddî ve tek boyutlu bir olgu olarak görmediğinden bilgi edinme yoluyla elde edilen kazanımın da sadece maddi bir menfaat ve üstünlükten ibaret olmadığını da bilmeliyiz. İlimden asıl maksadın Allah’ı bilmek suretiyle ahlak ve adalete dayalı birey ve toplum oluşturmaktır. Bu bağlamda ilim mücerret bilmekten ibaret kalmayıp uygulamaya dönüşürse, maddi olduğu kadar manevi üstünlük sebebi de olur. Bu takdirde, o kimse, Allah katında üstün bir rütbeye sahip olmuş demektir. İslâm’da ilim ve ilmi araştırmalar her zaman teşvik edilmiş hatta bu konuda Müslümanların diğer milletlerle yarışması ve onlardan ileri durumda olmasını bir mesuliyet olarak Müslümanlara yüklenmiştir. İlim ve ilmî araştırmalar, insanın ve toplumun lehine ise; insanı şerre değil hayra sevk ediyorsa faydalı, aksi takdirde şerre ve kötülüğe götürüyorsa zararlı olduğu ifade edilir. 

Ebu'd-Derda (ra)’dan Resûlullah (sav)'ın şöyle buyurduğu rivayet edilir: “Kim ilim öğrenmek için bir yol tutarsa, Allah da onu cennete giden yollardan birine dahil eder. Melekler, ilim öğrenmesinden hoşnut olarak o kimseyi korurlar. İlim öğrenen için göklerde ve yerde olanlar, hatta denizdeki canlılar bile istiğfar ederler. Âlimin ibadet edene üstünlüğü, dolunaylı gecede ayın diğer yıldızlara olan üstünlüğü gibidir. Âlimler peygamberlerin vârisleridir. Peygamberler, ne dinar ne de dirhem miras bırakırlar, ama ilim miras bırakırlar. Kim ilme sahip çıkarsa, büyük bir nasip elde etmiş olur.” (Ebû Davûd, İlim 1(3641); Tirmizî, İlim, 19.)

 

İbn Amr İbni'l-Âs’dan rivayet edildiğine göre Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur: “Allah, ilmi insanlardan söküp almak suretiyle yok etmez. Fakat ilim, alimlerin ölümüyle yok olur. Öyle ki, tek bir âlim kalmaz, halk da cahilleri (alim sanarak ilimde) önder edinir. Bunlar kendilerine sorulan meselelere bilgisizce fetva verirler. Hem kendilerini hem de başkalarını yanıltırlar.” (Buhârî, İlim 34; Müslim, İlim 13)

İlk yorum yapan siz olun!
 1250 karakter yazabilirsiniz

Tabaklar Mah. Cumhuriyet Cad. İnci İş Merkezi No: 32 / 32 Bolu   Tel:   Faks: