• resmi ilanlar

VAROLUŞUMUZUN ASIL GAYESİ ALLAH’A İMAN ETMEK

15/01/2015 14:00

Bolu İl Müftülüğü vaizlerinden Harun Bakan ve Kadir Öztürk'ün hazırladığı "Cuma Sohbetleri"nin bu haftaki bölümü Bolu Express'te.

Allah’a iman etmek; Allah’ın varlığını, birliğini, O’nun eşi, benzeri, ortağı ve dengi hiçbir varlığın olmadığını bilerek tasdik etmek, bu bilgiyi ikrar etmek ve bu doğrultuda yaşamaktır. Kısaca iman; marifet-tasdik, ikrar ve amel boyutlarından müteşekkildir ve bütün bu unsurlarıyla Allah’a iman, mümin olmanın ilk şartıdır. Allah’a iman, iman esaslarının temeli, bütün peygamberlerin ve Sevgili Peygamberimizin tebliğinin ortak çağrısı, insanların İslam hususunda davet edildikleri ilk esas, bir insanın yapabileceği işlerin en hayırlısıdır. Allah’a iman aynı zamanda insanı yoktan var eden ve insana sayısız nimeti bahşeden Yüce Yaratıcı’nın onun üzerindeki hakkıdır.

Allah’a iman esas itibariyle onun yüceliğini, bir ve benzersiz olduğunu, kulluğa layık olanın, sadece O olduğunu, kalpten onaylamaktır. Tasdikin makamı kalptir. Bunun için Allah Rasulü, “Kim kalbiyle tasdik ederek Allah’tan başka ilah olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Resulü olduğuna şehadet ederse Allah onu cehenneme haram kılar.”buyurarak Allah’a imanın kalbi boyutuna dikkat çekmiş, ebedi mutluluğa ancak imanın kalpte yerleşmesiyle erişilebileceğine işaret etmiştir.

Bir gün Hz. Peygamber, Üsame b. Zeyd’in de içinde bulunduğu askeri bir birliği cihada gönderir. Bu birlik Cüheyne kabilesine sabah vakti baskın yapar ve baskın esnasında Üsame birini yakalar. Yakaladığı adam “La ilahe illallah” deyiverir. Buna rağmen Üsame adamı öldürür. Fakat daha sonra kalbine bu durumdan kaynaklanan bir şüphe düşer ve hadiseyi Allah Resulü’ne anlatır. Hz. Peygamber, “O, Allah’tan başka ilah yoktur dedi ve sen onu öldürdün, öyle mi?” diyerek tepki gösterir. Üsame, onun silahtan korkarak “Allah’tan başka ilah yoktur.” dediğini söyleyince, Allah Resulü, “Kalbini yarıp da mı baktın ki, doğru söyleyip söylemediğini biliyorsun!” buyurur. Resul-i Ekrem bu cümleyi o kadar çok tekrar eder ki, Üsame, “Keşke İslam’a o gün girmiş olsaydım.” diyerek üzüntüsünü dile getirmekten kendini alamaz.

Hz. Peygamber (sav) bir kimsenin gerçek anlamda iman etmesi kadar, imanın tadını alabilmesini de gönülden iman etmiş olmasına bağlamış ve şöyle buyurmuştur: “Şu üç haslet kimde bulunursa o kimse imanın tadını alır: Allah ve Resulü’nü her şeyden çok sevmek, bir kimseyi yalnızca Allah rızası için sevmek, Allah kendisini kurtardıktan sonra tekrar inkarcılığa dönmekten ateşe atılmaktan kaçındığı gibi kaçınmak.” Kısacası Sevgili Peygamberimiz, imanın kalbi boyutuna işaret etmiş, gerçek ve mükemmel imanın ancak Allah’ı her şeyden çok sevmekle mümkün olabileceğini söylemiştir. Bu bağlamda Yüce Allah da, masivanın yani Allah’tan başka her şeyin sevgisinin Allah sevgisinin önüne geçmemesini istemiş ve şöyle buyurmuştur: “Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, akrabalarınız, kazandığınız mallar, zarar etmesinden korktuğunuz ticaretiniz ve hoşunuza giden evleriniz size Allah’tan, Peygamberinden ve O’nun yolunda cihaddan daha sevgili ise, artık Allah’ın emri gelinceye kadar bekleyin.”Çünkü Allah’a iman etmek en çok O’nu sevmeyi, her halükarda O’na güvenip dayanmayı ve O’na gerektiği şekilde saygıyı gerektirir. Kişi bu vecibelerini yerine getirir ve “Allah’ı Rab, İslam’ı din, Muhammed’i peygamber olarak gönülden benimserse” imanın tadını almış demektir. Aynı şekilde kişi, “Allah için sever, Allah için buğz eder, Allah için verir, Allah için engel olursa imanını olgunlaştırmış, kemale erdirmiş.” demektir.

Allah’a imanın kalp ile tasdikten sonraki boyutu dile ile ikrardır. Sevgili Peygamberimiz Allah’a imanın ikrar boyutuna dikkatleri çekmiş ve Allah’a imanı ifade eden sözcükleri söylemeye inananları teşvik etmiştir. Bu bağlamda O, “Kim (günde) yüz defa ‘La ilahe illallahüvahdehu la şerike leh, lehü’l-mülkü ve lehü’l-hamdü ve hüve ala külli şey’in kadir.’ (Allah’tan başka ilah yoktur, O’nun hiçbir ortağı yoktur, mülk O’nundur.

Peygamberimiz, fakir olduğu için zenginlerin mallarını infak ederek elde ettikleri faziletlere ulaşamamaktan yakınan Ebu Zerr’e hitaben şöyle demiştir: “Söylediğin takdirde bunu söyleyenlerden başka hiç kimsenin elde edemeyeceği (kadar mükafatı olan) bazı kelimeleri sana öğretmemi istemz misin?” Ebu Zer, “Evet isterim (Ey Allah’ın Resulü!”deyince Efendimiz (sav), “Her namazın sonunda 33 kere  “Allahuekber”, 33 kere “SübhanAllah”, 33 kere “Elhamdülillah”, diye Allah’a hamdetmelisin. Sonra da bunu ‘lâ ilâhe illallahüvahdehû lâ şerîke leh, lehü’l-mülkü ve lehü’l-hamdü ve hüve âlâ külli şey’inkadîr’ (Allah’tan başka ilâh yoktur; yalnız Allah vardır. O tektir, ortağı yoktur. Mülk O’nundur, hamd O’na mahsustur. O’nun gücü her şeye yeter) diye bitirmelisin.”şeklinde tavsiyede bulunmuş, hatta bu zikrin, denizin köpüğü kadar çok bile olsalar günahların bağışlanmasına vesile olacağını ifade etmiştir.

İman hadisleri incelendiğinde Allah’a imanın üçüncü boyutunun imanın gereği ile amel etmek olduğu görülecektir. Allah inancının gönüllerde kök salabilmesi ve hayatın her alanına yansıyabilmesi onun gereğince yaşanmasına bağlıdır. Çünkü Allah iman; sadece zatında, isimlerinde, sıfatlarında ve fiillerinde Allah’ı bir ve tek kabul etmekten, buna gönülden inanmaktan ve inancını açıkça dile getirmekten ibaret değildir. Bu sadece Allah’ın ulûhiyetine imandır. İmanın hayatı şekillendirmesi ve olgunluğa erişmesi, ibadetin/kulluğun da sadece Allah için yapılmasıyla ve inancın davranış olarak hayata yansımasıyla mümkündür. Tebük Seferi’nde Hz. Peygamber’e yakın olduğu bir esnada Muaz b. Cebel ile Hz. Peygamber arasında geçen diyalog bu hususu çok güzel anlatmaktadır. Orada Muaz, Hz. Peygamber’e, “Bana cennete girmemi sağlayacak bir davranış söyler misin?” demiş, bu soruyu çok beğenen Peygamber Efendimiz ona, “Aferin sana! Sen bana önemli bir soru sordun fakat bu iş Allah’ın hayır dilediği kişiye kolaydır.” buyurduktan sonra, “Allah’a ve ahiret gününe iman eder, namaz kılar, yalnızca bir olan Allah’a kulluk eder, o’na hiçbir şeyi ortak koşmaz, ölünceye kadar da bu hal üzere kalırsın.” diyerek mukabelede bulunmuştur. Muaz ile sohbetine devam eden Resul-i Ekrem, ona dinden bahsetmiş ve şöyle buyurmuştur: “Bu işin (dinin) başı, Allahtan başka ilah olmadığına, o’nun ortağının bulunmadığına ve Muhamed’in de O’nun kulu ve peygamberi olduğuna iman etmek, bu işin (dinin) direği namaz kılmak ve zekat vermek, bu işin (dinin) zirvesi de Allah yolunda cihad etmektir.” Görüldüğü üzere Hz. Peygamber sav Allah’a imanın amelle olgunlaşacağını ve imanda zirveye çıkabilmenin yolunun ibadet ve amelle mümkün olabileceğini belirtmiştir.

Allah Rasülü, “nelerin kendisini cehennemden kurtaracağını ve cennete koyacağını” soran bir sahabeye, “Allah’a şirk koşmadan ibadet etmeye devam et, farz namazı kıl, farz olan zekatı ver, Ramazan orucunu tut, insanların sana davranmasını istediğin şekilde onlara davran, insanların sana davranmasını istemediğin şekilde onlara davranmayı terk et!” diyerek öğüt vermesi, Allah’a imanın gönülde başlayıp bütün bedene yayılan ve fiiliyata dökülen bir inanç olduğunun göstergesidir.

Değerli okurlarımız!

Görüldüğü üzere Allah’a iman; kalp ile tasdik, dil ile ikrar ve gereğince amel etmek şeklindeki üç ana unsur bir araya gelince kemale erer. Bu bağlamda Allah’a iman, soyut bir inanç, kuru bir söz ve hayata yansımayan bir duygu değildir. Allah’a iman, kişinin hayatına anlam katan, yaşam tarzını belirleyen, fikir ve kararlarına yön veren en güçlü saiktir. Allah inancı sade kişi ile Allah arasında var olan gizli bir bağdan ibaret değildir. O, insanın Yüce Yaratıcı’yla olan bağında belirleyici olmakla beraber kendisiyle, ailesiyle, toplumla ve bütün varlık alemiyle münasebetlerini de düzenleyen bir olgudur.

Allah’a iman, kişinin dünyada yaratılış gayesine uygun bir yaşantı sürmesini sağladığı gibi, onu ahrette de Rahman’ın rahmetine ulaştırır. Bundan dolayı Allah Resulü, “Kim, Allah’tan başka ilah olmadığına, Muhammed’in Allah’ın kulu ve Resulü olduğuna iman ederse o kişi için cennetin sekiz kapısı açılır, onların hangisinden dilerse ondan girer.” buyurmuştur.

 

***********************************************************************************

İMANIN HAYATA YANSIMASI

Ayet-i Kerimede Yüce Rabbimiz şöyle buyuruyor: “Allah’a çağıran, salih amel işleyen ve ‘Kuşkusuz ben Müslümanlardanım” diyenden daha güzel sözlü kimdir?”(1)

Hadis-i şerifte ise Peygamberimiz (s.a.s) şöyle buyuruyor: Allah-u Teala: “Kulum bana kavuşmayı isterse, ben de ona kavuşmayı isterim. Benimle kavuşmaktan hoşlanmayanla bende kavuşmak istemem”(2) buyuruyor.

İnsan, Yüce Yaratıcının en güzel şekilde yarattığı, sayısız nimetler ihsan ettiği, yerde ve gökte ne varsa hepsini hizmetine verdiği bir varlıktır.

Mahlukât içinde çok seçkin bir yeri olan ve üstün yeteneklerle donatılan insanın yaratılışında, yüksek bir gaye ve hikmet görmemek, en hafifiyle insana saygısızlık olsa gerektir. Zaten sağlıklı düşünebilen bir insan bu dünyaya gelişin yiyip içmek, geçici zevkleri tatmin etmek olmadığını, diğer canlılardan farklı olması gerektiğini anlar.

İnsan, yaratılışı ve yapısı itibariyle dine muhtaç bir varlıktır. O ruh ve bedenden ibarettir. Bedenin ihtiyaçlarını karşılamak hayatın devamı için gerekli olduğu gibi, onun manevî varlığının devamı da ruhî ihtiyaçlarının karşılanmasına bağlıdır. Bunu karşılayan da ‘din’dir.“Allah katındaki din İslam’dır.”(3) İslam, insanı insan yapan değerlerin adıdır. Allah-u Teala’nın insana yüklediği görev, bu değerleri hayata taşımaktır. İşte din, bu değerlerin yaşanmasına rehberlik, Peygamberde önderlik eder.

Müslümanlık imanla başlar, ibadetle gelişir, güzel ahlakla olgunlaşır.İnanç ve ibadetlerimiz Allah Teâlâ’nın adeta dünya ve ahiret huzuru için belirlediği, bizden uygulamamızı istediği ilahî reçete gibidir.

İbadetler imanın olgunlaşmasını ve güçlenmesini sağlayan, aynı zamanda onun varlığını ortaya koyan belgelerdir.Allah (c.c) EnfalSuresi’nde bize bunu şöyle bildiriyor; “Mü'minler ancak o kimselerdir ki; Allah anıldığı zaman kalpleri ürperir. Onun âyetleri kendilerine okunduğu zaman (bu) onların imanlarını artırır. Onlar sadece Rablerine tevekkül ederler.Onlar namazı dosdoğru kılan, kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden Allah yolunda harcayan kimselerdir.İşte onlar gerçekten mü'minlerdir. Onlara, Rableri katında yüksek mertebeler, bağışlanma ve cömertçe verilmiş rızık vardır.”(4)

Allah Rasûlu (s.a.v) de: "Allah (c.c) şöyle buyurdu: Kulum bana, kendisine farz kıldığım şeylerden daha sevgili olan birşeyle yaklaşamaz. Kulum bana nafile ibâdetlerle de yaklaşmaya devam eder. Nihayet ben onu severim. Ben kulumu sevince de artık onun işiten kulağı, gören gözü, tutan eli, yürüyen ayağı mesabesinde olurum (ve bu organlarıyla meydana gelmesini arzu ettiği bütün dileklerini yerine getiririm). Diliyle de her ne isterse muhakkak onları da kendisine ihsan ederim. Bana sığınmak isteyince de muhakkak kulumu sığındırır, korurum” (5) buyuruyor.

Hz. Peygamber’in (s.a.s) bize bıraktığı, yaşayarak gösterdiği ölçüler, hayatı anlamlı kılan ve yaşanılır yapan prensiplerdir. Hiç şüphesiz bu ölçüler; bedevîleri medenî bir topluma, Yesrib köyünü Medine’ye, Hz. Ömer ve Halid binVelid’i örnek şahsiyetlere dönüştüren ölçülerdir.

Değerli okurlarımız!

 

Belirtildiği üzere Allah’ın emirlerini yapmaktan ve nehiylerinden sakınmaktan ibaret olan ibadetle, imanî hükümler güçlendirilmese, eserleri ve tesirleri zayıf kalır. Bunun sonucu da, Alem-i İslâm’ın içinde bulunduğu vahim durumdur.

 

Bu durumdan kurtulmak için dindarlığın bir inanç eğitimi olduğu idrak edilmeli ve Müslümanın bütün ilişkilerinde Allah’a ve ahirete inandığı görülmelidir. Hâsılı Müslüman’ın sözünden çok davranışları mümin olduğunu anlatmalı ve onun tevhid inancı söz ve amel bütünlüğü olarak yaşantısına yansımalıdır.

 

Allah’üTeala; “İnanan ve yararlı işler yapanlar için, hoş bir hayat ve dönülecek güzel bir yer vardır”(6) buyurmaktadır. Dolayısıyla; hakiki mutluluk ve huzur, yalnız sağlam bir imana sahip olmak ve salih amel yapmakla elde edilir.

Harun BAKAN

BoluKıbrıscık Vaizi

1-(Fussilet 41/33)

2-Nesai, Cenâiz, 10

3-(Âl-i İmran 3/109)

4-(Enfal-8/234)

5-Buhari, Tevhid, 15

6-Ra’d ( 13/29)                      

 

 

**************************************************************************************************************************************************************

BANA SENİ GEREK SENİ

 


Aşkın aldı benden beni
Bana seni gerek seni
Ben yanarım dün ü günü
Bana seni gerek seni


Ne varlığa sevinirim
Ne yokluğa yerinirim
Aşkın ile avunurum
Bana seni gerek seni

Aşkın aşıklar oldurur
Aşk denizine daldırır
Tecelli ile doldurur
Bana seni gerek seni
Aşkın şarabından içem
Mecnun olup dağa düşem
Sensin dünü gün endişem
Bana seni gerek seni

Sufilere sohbet gerek
Ahilere ahret gerek
Mecnunlara Leyla gerek
Bana seni gerek seni

Eğer beni öldüreler
Külüm göğe savuralar
Toprağım anda çağıra
Bana seni gerek seni

Cennet cennet dedikleri
Birkaç köşkle birkaç huri
İsteyene Ver anları
Bana seni gerek seni

Yunus'dürür benim adım
Gün geçtikçe artar odum
İki cihanda maksudum
Bana seni gerek seni

 

 

Yunus Emre


 

Allaha İmanla İlgili Ayetler;

“De ki, sizi gökten ve yerden kim rızıklandırıyor ya da o kulakların ve gözlerin sahibi kimdir, ölüden diriyi diriden ölüyü kim çıkartıyor, kim buyruğunu yürütüyor (kainatı yönetiyor)? Allah’tır diyecekler. De ki: O halde (O’nun azabından) korunmuyor musunuz?” Yunus S./31

“De ki: Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, hısım akrabalarınız, kazandığınız mallar, kesatından korktuğunuz ticaretiniz, hoşlandığınız meskenler, size Allah’tan, Rasulünden ve O’nun yolunda cihad etmekten daha sevgili ise o halde Allah emrini getirinceye kadar gözetleyin. Allah fasıklar topluluğunu doğru yola iletmez.”Tevbe S./ 24


 

 

 Sorularla İslam

“KirâmenKatibîn” melekleri hakkında bilgi verir misiniz?

“Değerli yazıcılar” anlamına gelen KirâmenKatibîn insanların yanlarında bulunan ve onların yaptıkları işleri amel defterine yazmakla görevli bulunan melekler demektir. Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyrulmaktadır: “Hâlbuki sizin üstünüzde hakiki bekçiler ve çok değerli yazıcılar (kirâmenkatibîn) vardır ki, onlar ne yaparsanız bilirler.” (İnfitâr, 82/11-12) Hafaza, rakîb-atîd melekleri de denilen bu meleklerin belirtilen yazma görevinden başka ahiret günü hesap sırasında yapılan işlere şahitlik edecekleri de ayetlerde bildirilmektedir: “Sûr’a da üflenmiştir. İşte bu tehdidin (gerçekleşmiş) günüdür. O gün herkes beraberinde sürücü ve şahit (iki) melek bulunduğu halde mahşere gelmiştir.” (Kaf, 50/20-21) Diğer taraftan İslam âlimleri söz konusu meleklerin yazma daha doğrusu kayda alma görevini nasıl yaptıkları konusunda kesin bir şey söylenemeyeceğini beyan etmişlerdir.

İlk yorum yapan siz olun!
 1250 karakter yazabilirsiniz

Tabaklar Mah. Cumhuriyet Cad. İnci İş Merkezi No: 32 / 32 Bolu   Tel:   Faks: