• resmi ilanlar

RAMAZAN SOHBETLERİ

06/07/2015 11:00

...

İBADETLE VARLIĞIMIZA DEĞER KATIYORUZ

 

 “Sana ölüm gelinceye kadar Rabbine ibadet et”  15/Hicr 99

     İbadet; kulun ona sonsuz nimetler bahşeden Allah’a karşı sevgi, saygı ve bağlılığını gösteren duygu, düşünce ve davranışlardır.

     Bütün mahlukatı yaratan Yüce Rabbimiz insanoğlunu bu varlıklar içinde en mükemmel bir surette yaratmış ve ona muhteşem nimetler bahşetmiştir. Şayet biraz düşünürsek üzerinde yaşadığımız gezegen ve tüm evren insanın yaşaması için gereken özelliklerin tümüne sahiptir. Mesela soluduğumuz havayı düşünelimne genzimizi yakar, ne başımızı döndürür, ne de baş ağrısı yapar. Çünkü havadaki gazların oranı insan vücuduna en uygun miktarda ayarlanmıştır. Yine insanın her gece uyuyup sabah uyanabilmesi de büyük bir nimettir. Kişi uyuduğunda bilinci yerinde değildir, göremez, duyamaz fakat uyandığında tüm bu özelliklere tekrar kavuşur. Rabbimizin bahşettiği nimetleri saymakla bitiremeyiz.                                                                                                                            

    “O size istediğiniz her şeyden verdi. Allah'ın nimetini sayacak olsanız  sayamazsınız.  Doğrusu insan çok zalim, çok nankördür!”14/ İbrahim 34

     Bizler nasıl ki insanlardan ufak bir yardım, güzellik gördüğümüzde teşekkür ediyoruz kendimizi bir nevi o kişilere karşı borçlu hissediyoruz  o zaman bize aklımızı, gözümüzü, kulağımızı, eşimizi, evladımızı, aklımıza gelen gelmeyen sahip olduğumuz her şeyi veren Rabbimize teşekkür etmeyecek miyiz?

ALLAH’IN ÜZERİMİZDEKİ HAKKI

     Peygamberimiz bir gün aynı binekte yolculuk yaptığı Muaz’a sordu: “Ey Muaz sen Allah’ın kulları üzerindeki hakkının ne olduğunu biliyor musun?   O her zaman ki saygılı tavrıyla, “Allah ve Resulü daha iyi bilir” dedi ve sustu. Peygamberimiz sorunun cevabını şöyle verdi: “Allah’ın kulları üzerindeki hakkı, ona kulluk ve ibadet etmeleri ve hiçbir şeyi O’na ortak koşmamalarıdır.” Resulullah tekrar sordu: “Peki kulların Allah üzerindeki hakkının ne olduğunu biliyor musun?” Muaz yine Allah ve Resulü daha iyi bilir diyerek cevabı beklemeye başladı. Peygamberimiz, “Allah’a kulluk etmesi ve O’na ortak koşmaması halinde kuluna azap etmemesi ve onu cennete koymasıdır” sözleriyle verdi müjdeli haberi.

     Bizlerin Rabbimize karşı görevimiz, verdiği sayısız nimetlerin kadrini kıymetini bilip samimi bir kalple O’na bağlanmak, şükretmek ve gücümüz yettiğince sorumluluklarımızı yerine getirmek. Peygamberimiz bu konuda da en güzel örnek bizlere, O geceleri ayakları şişinceye kadar namaz kılardı, “neden kendini bu kadar hırpalıyorsun” diyen Hz. Aişeye: “Rabbine şükreden bir kul olmayayım mı?” diye cevap vermişti.

     Yapılan bir araştırmada yetmiş beş yıl yaşayan bir insanın ömrünü nasıl geçirdiği belirlenmiş, sonuç şöyle; yirmi bir yılı uykuda, on yılı iş hayatında, on yılı istirahat, tatil ve eğlencede, üç yılı tahsilde, üç yılı ibadette,dört yılı yemekte, iki yılı temizlik işlerinde,dört yılı yolculukta,iki yılı durak ve muhtelif yerlerde beklemede,üç yılı misafirlik ve sohbette,üç yılı da hastalık ve beklenmedik meşguliyetlerde geçmektedir. Dikkat edersek bu paylaşımda  ibadetin payı üç yıl, bir insan ömrü için oldukça az gözüküyor tabi bunun daha vahimi kişinin hayatında ibadetin hiç yer almaması olur. 

 

 

 

NİYETİMİZ YAPTIKLARIMIZI İBADETE ÇEVİRİR

   Bir gün adamın biri yolda giderken bir yerde su içmek için duruyor; orada atını bağlayacak bir şey bulamıyor. “Benden sonra başka biri geldiğinde atını bağlasın” diye yolun kenarına bir kazık çakıyor. Bir süre sonra başka bir adam atının üzerinde hızla oradan geçiyor; kazık gözüne ilişiyor, atını durduruyor, yere iniyor ve “buradan geçen bir atlının atının ayağı takılır da düşer” diye kazığı çıkarıp atıyor. Bu ikisinin yaptığından da Allah hoşnut oluyor ve ikisine de sevap yazıyor. Ne muazzam bir şey; biri kazık çakıyor diye sevap kazanıyor; öteki aynı kazığı çıkarıp atıyor, yine sevap kazanıyor.   

      Bizler Allah’ın kulu olduğumuzu, O’nun her an bizi murakabe ettiğini unutmadan yaşamaya çalışırsak geçirdiğimiz bütün vakitler ibadet olur. Ailemizin rızkını temin için çalışmamız, ev işi yapmamız, yemek pişirmemiz, dinlenmemiz hatta uyumamız...

MEVLANA’DAN HAYATA DAİR NASİHATLER

    “Kendine gel ey yolcu! Kendine gel! Akşam oldu; ömür güneşi batmak üzere... 

     Gücün kuvvetin varken; şu iki günceğizde olsun cömertlikte bulun, iyi işler yap... 
     Elde kalan bu kadarcık tohumu, yani ömrünün geriye kalan son senelerini iyi ek, iyi harca da; şu iki nefeslik fânî dünyadan sonsuz bir cennet ömrü elde edesin... 
     Çok kıymetli olan bu ömür kandili sönmeden aklını başına al da, fitilini düzelt, çabucak yağını koy, yani hayr u hasenât yaparak son günlerini amel-i sâlih ve ibadetle geçir, gönül kandilini uyandır. 
     Aklını başına al da; bu işi yarına bırakma. Nice yarınlar geldi geçti. Hemen tevbe ve istiğfar ile işe başla ki, ekin mevsimi, iyilik günleri büsbütün geçmesin.”

     Kalan ömrümüzü Rabbimizin bizi her an gördüğü bilinciyle geçirebilmemiz duası ve temennisiyle Bereketli Ramazanlar…                

                                                                                                 Esma ÇEŞMECİ

                                                                                                Seben İlçe İl Vaizi

 

 


 

İBADET

Küçük bir tebessüm, içten bir selâm, 
Dosta hatır soran, bir iki kelâm, 
Kısaca diyor ki, insana İslâm; 
İhlâsla yaptığın, herşey ibâdet... 

Doğuştan var olan, îman özüyle, 
İlimler kaynağı, Kur'ân sözüyle, 
Maddeye hükmeden, gönül gözüyle; 
Herşeyde bir mânâ, görmek ibâdet... 

Kalbin, 'istem dışı' vuruşlarını, 
Göklerin, direksiz duruşlarını, 


Maddenin verdiği, ipuçlarını; 
Akıl tığlarıyla, örmek ibâdet... 

Gönül buzlarını, sevgiyle delmek, 
Melekle insanın, farkını bilmek, 
Kulda kusur varsa, affedip silmek, 
Kırılmış bir kalbe, girmek ibâdet... 

 

İftar saatinde, paslı dillerle; 
Sağnak dualardan, kopan sellerle; 
Yedi kat semâyı, delen ellerle; 
Sabır sofrasını, açmak ibâdet.            Cengiz Numanoğlu

 


 

 

TEVHİD İLE GELEN VAHDET

 

Ayet-i kerimede Yüce Rabbimiz şöyle buyurmaktadır: “Allah’a ve Rasûlü’ne itaat edin, birbirinizle çekişmeyin; sonra içinize bir korku düşer de heybet ve kuvvetiniz elden gider. Sabırlı olun! Çünkü Allah sabredenlerle beraberdir.”Enfâl, 8/46.

Hadis-i şerifte ise Peygamber Efendimiz (s.a.s) şöyle buyurmaktadır: “Müminler, birbirlerini sevmede, birbirlerine merhamet ve şefkat göstermede, tıpkı bir organı rahatsızlandığında diğer organları da uykusuzluk ve yüksek ateşle bu acıyı paylaşan bir bedene benzer.”Müslim, Birr ve Sıla, 66

Mekke’de Peygamberimiz (s.a.s)’in tebliğ ve irşadıyla başlayan İslam, başlangıçta sayıları onlarla, yüzlerle ifade edilen müminlerden oluşmaktaydı. Efendimiz (s.a.s), Mekkeli müşriklerin zulüm ve baskıları sebebiyle Medine’ye hicret etti. Medine’de çok kısa bir sürede müminlerin sayısı yüzbinlere ulaştı. Böylelikle Rahmet peygamberi puta tapan şirk toplumundan bir olan Allah’a iman eden bir vahdet toplumu inşa etti. Allah Resulü, bir lider, bir aile reisi, bir komşu, bir dost olarak Medine’nin bütün müminlerini, bütün sokaklarını vahyin manevi havasıyla müzeyyen kıldı. Öyle ki artık Medine Mescidi,  uhuvvet, diğerkâmlık, ilim ve irfan, membaı olmuştu. Gönüller, muhabbet ve samimiyetle yoğrulmuştu. Kutlu Nebi, Yesrib’ten yepyeni bir medeniyet inşa etmişti. 

Tarihe ve insanlığa yön veren bu medeniyetin nüvesi doğruluk, dürüstlük, yardımlaşma, dayanışma, paylaşma gibi bugün büyük ölçüde yoksunluğunu çektiğimiz değerlerdi. İlk dönem müminlerini güçlü kılan da işte bu erdemlerdi. Onların bu özverisi, fedakârlığı, Yüce Rabbimizin övgüsüne mazhar oldu. Rabbimiz, onları imanı gönüllerine yerleştirmiş kişiler olarak tanımladı.(Haşr, 59/9) Onların bu meziyet ve erdem yüklü örnekliğiyle çok kısa sürede Bağdat, Şam, Kahire, Endülüs, Buhara, İstanbul medeniyetler Medinesi oldu.

Asırlardır dillerimiz Ebu’d-Derdâ ile Selmân-i Fârisi, Ebû Zer ile Bilâl-i Habeşî arasındaki destansı kardeşliği iftiharla telaffuz etmektedir. Kerim Kitabımızda ve Efendimizin hadislerinde Ensar-Muhacir kardeşliğinden övgüyle söz edilmektedir. Ancak, bu örnek ve övgüler sadece dillerde bir hatıra, kuru bir gelişi güzel okunan bir siret, ruhunu kaybetmiş bir adet ve gelenek olarak kalmamalıdır. Saadet asrını, ashabı övgüye layık kılan ahlakî ve insanî değerler, bugünün Müslüman toplumlarının da vazgeçilmezi olmalıdır.

Bugün gönül coğrafyamız, içler acısı bir durumdadır. Bu durum, sınır tanımadan iman kardeşliğimizi ve onun bize yüklemiş olduğu sorumlulukları, duygularımızın yoğunluk kazandığı mübarek Ramazan ayında bir kez daha tefekkür etmemizi gerektirmektedir. Üzülerek belirtmek gerekir ki milyonlarca kardeşimiz, bu kutlu ayın manevi atmosferini gereği gibi teneffüs edememektedir. İslam dünyasının önemli bir kısmı ne yazık ki, cehalet, fitne fesat ve tefrika girdabına kapılmış durumdadır. Cehalet üzerine inşa edilen taassup ve bağnazlıklar kutsanmakta, heva ve hevesler ön plana çıkarılmaktadır. Bu durum Müslümanları dünya sahnesinde söz sahibi yapan ümmet bilincinden uzaklaştırmaktadır. Müslümanlar olarak huzur ve mutluluğumuzun önündeki en büyük engel, kardeşliğimizin önüne konulan engellerdir.  Gönülleri bir kardeşler olması gerekenler, bugün gönüllerle birlikte istikbale dair ümitleri de yıkmaktadır.

Tüm bu olumsuzluklara rağmen asr-ı saadetin insanı yücelten, asırları aşan nadide örneklerini yeniden insanlığa takdim etmek asla imkansız değildir. Bizler, Peygamberimiz (s.a.s)’in gösterdiği ümmet şuurunu yeniden diriltebiliriz. Bizler, tarihe yön veren o muazzam medeniyeti yeniden kurabiliriz. Bunun için öncelikle İslam’ı, Kur’an’ı ve İslam Peygamberini hakkıyla anlamalı, örnek almalı ve temsil etmeliyiz. Bilgi, iman, ibadet ve ahlak dengesini iyi kurmalıyız. Yeryüzünde iyiliği, erdemi, adaleti egemen kılmak için gayret göstermeliyiz. Muhammedü’l-Emin’in gönülleri fetheden emin vasfı ile donanarak yeryüzünü selam ve eman yurdu kılmak için çaba sarf etmeliyiz. Heva ve hevesi değil, İslam’ın değişmeyen hak ve hakikat ölçülerini esas almalıyız. Tefrika, ayrılık ve gayrılık için değil, imandan gelen birlik ve dirlik için çalışmalıyız. Mezhep, meşrep, ırk, bölge ve coğrafya farklarını değil, sadece ve sadece Efendimiz (s.a.s)’in Ensar ve Muhacir arasında tesis ettiği “ben” i “biz” “biz” i “bir” yapan İslam kardeşliğini ön plana çıkarmalıyız.

İdrak ettiğimiz Ramazan-ı şerif, aynı zamanda bizlere ümmet olma bilincimizi yeniden hatırlatır. Geliniz hep birlikte şu mübarek Ramazan gününde, şu mübarek Cuma vaktinde Rabbimize şöyle yalvaralım.

Ey Rabbimiz! “Müminler ancak kardeştirler” ilahi fermanınca bizleri zihinleri bir, yürekleri bir, gayeleri bir, sevgileri ve hüzünleri bir kardeşler eyle!

Rabbimiz! Birbirimize karşı rahmet, merhamet, şefkat ve muhabbetle muamele etmeyi nasip eyle!

Allahım! Bizleri, bütün insanlığın özlemi olan barış ve huzur ortamını tesis edenlerden eyle!

 

 

 

 

İNSAN SÜRESİ

Medine'de inmiştir, 31 âyettir.

 

İnşân (Dehr) sûresi, Medine'de İnen sûrelerden olup âhiretle ilgili me­seleleri ele alır. Özellikle itaatkâr, takva sahibi mü'minlerin ebedîlik ve Naîm cennetlerindeki ikamet yurdunda elde edecekleri nimetlerden bah­seder. Sûrenin havası, işaretleri, üslubu ve çeşitli konularıyla hemen hemen Mekke'de inen sûrelerin havasının aynıdır.

Bu mübarek sûre, Allah'ın, insanı çeşitli merhalelerde yaratması ve yükümlü kılındığı çeşitli ibadetleri yapması için onu elverişli bir şekilde var etmesindeki gücünü açıklayarak başlar.

Sonra sûre, Yüce Allah'ın âhirette cennet ehli için hazırlamış olduğu nimetlerden bahseder.Daha sonra sûre bahtiyar kimselerin niteliklerini oldukça geniş an­latır. Onları, sözlerini yerine getiren, Allah rızası için fukarayı besleyen ve Allah'ın azabından korkan kimseler olarak niteler ve yüzlerin buruştuğu o günde onları o acı günden emin kıldığını alatır.

Sûre, mü'minlerin vasıflarını anlattıktan sonra, Allah katında onlar için hazırlanmış olan ikamet yurdundaki sevap ve ikramı över. Cennet ehlinin yemeleri, içmeleri, giymeleri ve akşam sabah onları ziyaret eden hizmetçileri gibi nimetlerini arka arkaya anlatır.

Bu mübarek, sûre, Kur'ân-ı Kerîm'in düşünen bir kalbi veya onun nu­ruyla aydınlanan isabetli fikri olan kimse için bir öğüt olduğunu açıklaya­rak sona erer.

 

RAHMÂN VE RAHÎM OLAN ALLAH´IN ADIYLA

 

 

Gerçek şu ki, insanın yaratılış tarihinde onun henüz anılan bir şey olmadığı bir dönem gelip geçmiştir. ﴾1﴿ Hakikatte biz insanı katışık bir nutfeden yarattık; imtihan edelim diye onu işitir ve görür kıldık.﴾2﴿ Şüphesiz biz ona doğru yolu gösterdik; artık o isterse şükreden olur, isterse nankör. ﴾3﴿ Ama biz inkârcılar için zincirler, halkalar ve alevli bir ateş hazırlamışızdır. ﴾4﴿ İyiler ise içindekine güzel koku katılmış bir kadehten içecekler; ﴾5﴿Bir su kaynağı ki Allah’ın has kulları istedikleri yerlere akıtarak ondan bol bol içerler. ﴾6﴿ Onlar, verdikleri sözü yerine getirirler ve dehşeti her yerde hissedilen bir günden korkarlar. ﴾7﴿ Onlar, kendileri sevip istedikleri halde yoksula, yetime ve esire de yemek verirler.﴾8﴿ (Ve şöyle derler:) "Biz sizi Allah rızâsı için doyuruyoruz; sizden ne bir karşılık ne de bir teşekkür bekliyoruz. ﴾9﴿ Biz, öfkeli, çetin bir günde rabbimizden (azabından) korkarız." ﴾10﴿ Bu yüzden Allah onları o günün dehşetinden korur; yüzlerine aydınlık, gönüllerine sürur verir. ﴾11﴿ Sabretmelerine karşılık onları cennetle ve ipekli giysilerle ödüllendirir. ﴾12﴿ Orada koltuklara kurulurlar. Ne yakıcı güneş görürler orada ne de dondurucu soğuk. ﴾13﴿ Ağaçların gölgesi hemen üzerlerinde, meyveleri emirlerine âmâde kılınmış.﴾14﴿ Her birinin etrafında gümüş kaplar, billûr kadehler, gümüş beyazlığında şeffaf kupalar dolaştırılır; ölçülerini de isteklerine göre belirlerler. ﴾15-16﴿ Ayrıca kendilerine orada zencefil karışımlı dolu bir kadeh sunulur. ﴾17﴿ İçindeki, orada adına selsebil denilen bir pınardan alınmıştır. ﴾18﴿ Her birinin etrafında ölümsüz gençler pervane olur. Baktığında onları etrafa saçılmış inciler sanırsın. ﴾19﴿Orada etrafa göz gezdirdiğinde benzersiz nimetler ve muhteşem bir saltanat görürsün. ﴾20﴿ Oradakilerin üzerlerinde yeşil renkli, ince ve kalın ipek elbiseler vardır; gümüş bileziklerle süslenmişlerdir, rableri onlara tertemiz bir içecek verir; ﴾21﴿ "Bunlar sizin ödülünüzdür, çabanız boşa gitmemiştir." ﴾22﴿ Kur’an’ı sana biz, evet biz vahyederek indirdik. ﴾23﴿ Öyleyse rabbinin hükmüne sabret; onlardan hiçbir günahkâra yahut nanköre boyun eğme.﴾24﴿ Sabah akşam rabbinin adını an. ﴾25﴿Gecenin bir kısmında O’na secde et ve uzun gece boyunca O’nu tesbih et. ﴾26﴿ Şu insanlar, ileride kendilerini bekleyen zor günü bir yana bırakarak geçici dünyayı seviyorlar, ﴾27﴿ Onları biz yarattık, yaratılışlarını sapasağlam yaptık. Dilediğimizde yerlerine benzerlerini getirebiliriz. ﴾28﴿ Şüphesiz ki bu bir öğüttür; artık dileyen rabbine bir yol tutar. ﴾29﴿ Sizler ancak rabbinizin (bunu) dilemesi sayesinde dileyebilirsiniz. Şüphesiz Allah her şeyi bilendir, hikmet sahibidir.﴾30﴿ Allah dilediğini rahmetine dahil eder. Zalimlere gelince onlar için elem verici bir azap hazırlamıştır. ﴾31﴿

İlk yorum yapan siz olun!
 1250 karakter yazabilirsiniz

Tabaklar Mah. Cumhuriyet Cad. İnci İş Merkezi No: 32 / 32 Bolu   Tel:   Faks: