• resmi ilanlar

İkinci kitabı ile Bolu'da

26/05/2016 11:00

“Hiçbir Anne Yalnız Gitmez Ölüme” adını taşıyan ikinci kitabı ile raflardaki yerini alan genç yazar Çağlar Akay, Bolu'daki imza gününün heyecanı yaşıyor. 13 yıl Bolu'da yaşayan Çağlar Akay, sadece tek çocuk olanların yaşadığı yalnızlık hissini çarpıcı cümlelerle anlatırken, yalnızlığı ise “Ben sadece yalnız insanların o kırılma anlarında aslında hiç de yalnız olmadıklarını, hepimizin birbirimize benzediğimizi anlatıyorum” kelimeleriyle ifade ediyor.

Ebru EYVAZOĞLU

Bolu’nun yetiştirdiği genç isimlerden Çağlar Akay, “Hiçbir Anne Yalnız Gitmez Ölüme” adını taşıyan ikinci kitabında farklı bir tarz ile okuyucuların karşısına çıktı. “Hiçbir Anne Yalnız Gitmez Ölüme” adlı kitabını “Bugüne kadar yaşadığım ve bundan sonra yaşayacağım bir ömrün eseri” olarak nitelendiren Çağlar Akay, genç yazarlara da önemli tavsiyelerde bulundu.

Çağlar Akay Kimdir?

İstanbul Kadıköy’de doğup Kozyatağı’nda büyüyen bir Eylül çocuğuyum. İlkokulu Bilfen Koleji, ortaokul İlhami Ertem, liseyi ise Mustafa Saffet Anadolu Lisesi’nde okudum. Sonrasında üniversite ile birlikte 13 yıl sürecek Bolu maceram başladı. Şehri çok sevip kalmamla beraber beni ben yapan şehrin Bolu olduğunu söyleyebilirim.

Yazar olmaya nasıl karar verdin? Seni kitap yazmaya iten duygu ve düşünceler neler?

Yazar olmak pek kendi kararım olmadı aslında. Hatta hala kendimi yazar olarak sayıyorum diyemem. Yazmaya sevdalı hatta kendisini mecbur hisseden biriyim. İlkokulda şiirler, ortaokulda tiyatro oyunları yazıyordum. O zamanki yazılarımı tekrar okuyunca anladım ki benim asıl derdim insanları anlamaya çalışmakmış. Tek çocuk olanlar bilir, bizler genelde günün sonunda kendileriyle kalan çocuklar olarak büyürüz. Son kertede hep yalnızızdır. Bu yüzden büyük çoğunluğumuz kendimize ait dünyalar kurmak zorunda kalırız. İşte bu dünyaya insanları bedenen değil, duygusal yanlarıyla, bizim izlenilmediğimiz kadarıyla alabiliriz. Eski yazılarıma ve bugünkü yazılarıma baktıkça tek çocuk etkisinin büyük olduğunu gördüm.

Tabi bu kadar izlenimi toplayınca bir şekilde aktarmak zorunda kalıyorsunuz. Siz istemeseniz de o birikim bir şekilde kendisini dışarı vuruyor. Müzik, resim ve zanaatle ilgilenen ailenin ortamı da bende kendisini sözcüklerde gösterdi. Edebi bir dille anlatırsak, tek çocukluk etkisiyle dış dünyada hep tufanlar koparken baktım başka insanlar liman olmaktan çok uzak, ben de kendi dünyamda hem fırtına oldum hem liman.

Bu kadar az kitabın okunduğu bir ülkede yazar olmaya karar vermek cesaret gerektirmez mi?

Buna farklı bir yönden bakıyorum. Ezilenler ve güçsüzler safa yatarak anlamamazlıktan geldikçe hayatın sorumluluklarından da kaçabileceklerine inanır. Okumayan bir topluma sahip olmamızın sebebi de bu aslında. Bizler düşünmekten kaçtıkça zor hayatlar yaşayan inanlar üzerindeki sorumluluklarımızı da görmezden gelmeye çalışıyoruz. İlk sözü “Oku” emri olan bir inanışa mensup insanlar, bunun gereğini yerine getirmeli, bu şekilde cehaletten de kaçamayız. Dünyanın hali ortada, bu zulmü düşünmeye başlamadan yenemeyiz. İçinde bulunduğumuz ahvalde yazmak cesaretten çok zorunluluğa dönüyor benim için.

Zira birileri, oyun makinesinin yanında bir liraya yüzlerce mendil satıp da bir defa bile bir liraya o oyuncak oyununu oynayamayan çocuğu fark etmeli. Pelin’in bizlere haykıramadıklarını, söyleyemediklerini anlayıp insanlara anlatmalı. Savaş yaşayan çocukların sığındıkları duvar diplerinin, cehennemin dünyaya inmiş hali olduğunu yüzümüze vurmalı. Savaşan insanlar da hayatını savaşarak yaşayan çocuklar da ancak böyle kurtulur…

Kimsenin okumayacağını bilsen yine de yazmaya devam eder misin?

Bir insanı milyonlar seviyorsa hele ki okuma ve düşünme alışkanlığı bu kadar az olan bir ülkede milyonlar satıyorsanız, insanlara çok da bir şey anlatmıyorsunuz demektir. Beğenilmek tabi ki güzel ama daha fazla beğenilmek için yapılan işler bana samimi gelmiyor. İnsanlar tarafından daha çok beğenileyim kaygısıyla davranırsa yazar kendisi olamaz. Kendisi olmadan yazacağı yazılar da özgünlüğünü kaybeder, ayağına pranga takmaktan farkı kalmaz. Onun için ne zaman ki beni milyonlarca insan beğenir, işte orada düşünmeye başlarım bende bir hata mı var diye. Çünkü okura karşı yapacağım son şey samimiyetsiz olmak. Ben hayatımı bu samimiyet üzerine kurdum.

Yazmaya hangi tür ile devam edeceksin? Mesela bir bilimkurgu romanı yazmayı dener misin?

Roman yazmak benim karakterime ters. Zor bir tarzda, henüz çok da benzeri olmayan yazılar yazıyorum.  Uzun süreçleri değil, hayatlarımızı değiştiren anlarda söyleyemediklerimizi yazıyorum. Görülmeyen, görülmezden gelinen insanları, anlaşılmamaktan yakınan insanları anlatmaya çalışıyorum. Çünkü dikkat edin, herkes söylediğinden fazlasını içinde saklıyor hatta kendisinden bile saklıyor. Sonra bu gizlilik içinde kimsenin bizi anlamadığından yakınıyoruz. Bu duygu patlamaları bende uzun süreçlere ve romana dökülmüyor, ben sadece yalnız insanların o kırılma anlarında aslında hiç de yalnız olmadıklarını, hepimizin birbirimize benzediğimizi anlatıyorum. Haliyle en çok aldığım yorum da “İşte tam da böyle hissetmiştim” oluyor. Bilim kurgu ustalarına kalsın, ben gerçeği kurgulamaktan başkasını beceremem sanırım.

Hiçbir Anne Yalnız Gitmez Ölüme adlı kitabın ne kadar zamanda tamamlandı? Ne tür bir duygu ile yazdın?

Kitap bugüne kadar yaşadığım ve bundan sonra yaşayacağım bir ömrün eseri aslında. Benim iddiam, evlatların anneleri hayattayken de, bu dünyadan göçtüklerinden sonra da her şeyi onun gibi yaptıkları. Yemeği onlar gibi yapıyor, tuzu biberi masada onların koyduğu yere koyuyor, ütüyü aynı sırayla yapıyoruz. Hatta kendimize bir şeyin yanlış veya doğru olduğunu söylerken bile onların sözleriyle anlatıyoruz. Peki, o zaman hangi anne ölebilir? Ya da hangi anne göçerken evladından bir parça götürmeden gidebilir? Bundan yola çıkarak farklı örneklerle dünyayı, hayatı, aşkı nasıl anlamlandırdığımızı anlattım. İnsanlardan hisler ve anlar topladım, onlara kendilerini anlattım.

Genç bir yazar olarak okuyuculara ne gibi önerilerde bulunursun?

Bir kitapta her cümle sadece yazdığı anlama geliyorsa, sizi bir daha düşündürmüyor, okuyucuda başka bir izlenim oluşturmuyorsa, birileri sizi hafife alıyor demektir.

 

Yine yazar okura gerçek dışı hisleri boyayarak, her yanına süsler takarak, parlak ışıklarla anlatıyorsa, birileri sizi kandırıyor, size hayal satıyor demektir. Halbuki çoğumuz sade hayatlar içerisinde, sıradan anlar yaşıyoruz. Birileri bizlere durmaksızın boyalı hayatları satmaya çalışırken, kendi sıradan anlarımızda en harika hikayeler baş gösteriyor. İnsanlar unutmamalı ki iyiyi herkes yapabilir ama mükemmele yalnızca detaylarla ulaşabilirsiniz. Kendi hayatlarındaki detayların eşsizliğini keşfetsinler yeter.

Çağlar Akay'dan Bolu'da imza günü

Bolu’nun yetiştirdiği genç yazarlardan Çağlar Akay’ın ikinci kitabı  “Hiçbir Anne Yalnız Gitmez Ölüme” raflardaki yerini aldı. Akay, 28 Mayıs 2016 Cumartesi günü Ceylan Kitabevi’nde saat 14.00-18.00 arasında kitabını imzalayacak.

 Bolu’nun tanıdık simalarından Çağlar Akay ikinci kitabının imza gününde Bolulu okuyucuları ile buluşacak. “Hiçbir Anne Yalnız Gitmez Ölüme” adlı kitabını okuyucularının beğenisine sunan Çağlar Akay, Cadde AVM’de bulunan Ceylan Kitabevi’nde 28 Mayıs 2016 Cumartesi günü saat 14.00-18.00 arasında kitabını imzalayacak.

“Tahtadan Kemiklerim Acır mı Arkadaş” isimli kitabından sonra “Hiçbir Anne Yalnız Gitmez Ölüme” adlı kitabını piyasaya çıkaran Akay, farklı tarzdaki yazılarıyla dikkat çekiyor. 13 yıl Bolu’da yaşayan Akay, Bolu’yu “Ben ben yapan şehir” olarak tanımlıyor.  

İlk yorum yapan siz olun!
 1250 karakter yazabilirsiniz

Tabaklar Mah. Cumhuriyet Cad. İnci İş Merkezi No: 32 / 32 Bolu   Tel:   Faks: