• resmi ilanlar

Teravih namazının mahiyeti ve hükmü nedir?

18/07/2013 00:00

...

Teravih namazının mahiyeti

ve hükmü nedir?

 

Sözlükte rahatlatmak, dinlendirmek anlamlarına gelen terviha kelimesinin çoğulu olan teravih, dini bir terim olarak, Ramazan ayında, yatsı namazı ile vitir namazı arasında kılınan nafile namaz demektir.   Teravih namazını dört rekatta bir selam vererek kılmak caiz ise de, iki rekatta bir selam vererek kılmak daha faziletlidir. Bu namazın her dört rekatının sonunda bir miktar oturulup dinlenmek müstehaptır. Bu dinlenmelerde tehlil (la ilahe illallah demek) ve salavat ile meşgul olunması uygundur.   Teravih namazı, erkek ve kadınlar için sünnet-i müekkededir. Hz. Peygamber, “Kim inanarak ve sevabını Allah’tan bekleyerek Ramazan namazını (Teravih) kılarsa, onun geçmiş günahları bağışlanır” buyurmuşlardır (Buhari, Salatü’t-Teravih, 1; Müslim, Müsafirin, 174).

 

*   *    *

 

BÜYÜKLERİN SÖZLERİ, SÖZLERİN BÜYÜKLERİDİR...

 

Gülerek isyan eden, ağlayarak Cehennemde yanar. (İbn-i Abbas)

 

*   *    *

 

ESMA-ÜL HÜSNA

 

el-MÜHEYMİN

Gözetici ve koruyucu...

Allah, yarattığı mahlûkatının amellerini, rızıklarını, ecellerini bilip muhafaza eder. Bütün varlığı görüp gözeten, yetiştirip varacağı noktaya ulaştıran ancak O'dur. Hiçbir zerre, hiçbir lâhza, Onun bu lûtuf ve âtıfetinden boş değildir.

 

*   *    *

 

KIRK HADİS

İki göz vardır ki, cehennem ateşi onlara dokunmaz:

Allah korkusundan ağlayan göz, bir de gecesini Allah yolunda,

nöbet tutarak geçiren göz. Tirmizî, Fedâilü’l-Cihâd, 12.

 

*   *    *

 

İSLAM TARİHİNİN EN ÖNEMLİ OLAYI HİCRET

 

Değerli okuyucularımız;

Hicret olayını şu üç başlık altında özetlemek istiyorum:

- Hicret ve Hicreti doğuran sebepler,

- Hicretin safhaları,

- Hicretin sonuç ve etkileri.

 

A. HİCRET VE HİCRETİ DOĞURAN SEBEPLER:

 

Hicret, Peygamberimizin Mekke'den Medine'ye göç etmesidir.

Peygamberimiz Mekke'de doğmuş ve İslâmiyet'i tebliğ etmek üzere burada görevlendirilmişti. Doğup büyüdüğü Mekke halkı genelde müşrikti, putlara tapıyorlardı. Halbuki ibâdet yalnız Allah'a yapılır. Çünkü yaratan 0, yaşatan 0, öldürecek ve sonra tekrar diriltecek olan 0. Böyle olunca O'ndan başkası ibâdete müstahak değildir. Bunun için ilk insan ve ilk Peygamber olan Hz. Adem'den itibaren bütün Peygamberler ilk önce bir olan Allah'a inanmaya ve yalnız O'na ibadet etmeye çağırmışlardır. Peygamberimiz de öyle yapmış, önce en yakınlarına İslâmiyet'i tebliğ etmiş, sonra da bunu herkese ulaşacak şekilde yaymıştı.

 

Peygamberimizin çağrısını duyanlar ona inanıyor ve etrafında toplanıyorlardı. Çünkü Peygamberimiz o toplumda "el-Emîn - Güvenilir'' diye tanınmış, güzel ahlâkıyla herkes tarafından sevilmişti. Yalan konuşmadığı ve kimseyi aldatmadığı herkesin ortak inancı idi. Onun için de söylediği dinleniyor ve herkese güven veriyordu.

Müslümanların sayısı günden güne artıyor ve Allah'ın dini gönüllerde yer ediyordu. Ancak Mekke'de söz sahibi olan Kureyş kabilesi ileri gelenleri bundan endişe duyuyor, toplum üzerindeki etkinliklerini yitireceklerinden ve çıkarlarının sona ereceğinden korkuyorlar, bunun için de bu duruma engel olmak istiyorlardı. Hem Peygamberimize ve hem de ona inananlara amansız düşman kesilmişlerdi. Güçlü oldukları için müslümanlara her kötülüğü yapıyor, akıl almaz işkencelerde bulunuyor, bu dinden vaz geçmelerini istiyorlardı.

Mekke müşriklerinin yaptıkları dayanılmaz hale gelince Peygamberimiz İslâm güneşine başka ufuklar aramayı düşündü. Hac münasebetiyle Mekke'ye gelmiş olan Yesrip (Medine) Iilerden bazılarıyla Akabe denilen yerde 621 ve 622 yıllarında iki defa toplantı yaptı. Onlara müslümanlığı anlattı ve müslüman olmalarını istedi. Onlar da müslümanlığı kabul ederek Medine'ye döndüler. Böylece İslâmiyet Medîne'ye girmiş oldu. Orada da müslümanlar çoğalmaya başladı. Peygamberimiz de Mekke'den Medîne'ye göç etmek isteyenlere izin verdi ve şöyle buyurdu:

"Sizin hicret edeceğiniz yerin iki kara taşlık arasında hurmalık bir yer olduğu bana gösterildi.''1

Peygamberimizin bu izin ve teşviki üzerine Medine'ye hicret başladı kısa zamanda pek çok kimse Hz. Ömer de dahil olmak üzere Medîne'ye göç etti.

Mekke'de Hz. Ebû Bekir, Hz. Ali ve Mekke'de müslüman oldukları için aileleri tarafından hapsedilmiş olanlarla köle ve cariyelerden başka kimse kalmamıştı.

Hz. Ebû Bekir de hicret etmek istemiş, Peygamberimiz kendisine;

- Acele etme, bana hicret için izin verileceğini umuyorum, diyerek ona izin vermemişti. Hz. Ebû Bekir:

- Anam babam sana fedâ olsun, gerçekten bunu umuyor musun? diye sordu.

Peygamberimiz:

- Evet, umuyorum, diye cevap verdi ve Hz. Ebû Bekir buna çok sevindi.

 

*   *    *

 

KISSADAN HİSSELER

 

GÜL YAPRAĞI

Uzakdoğu’da bir budist tapınağı, bilgeliğin gizlerini aramak için gelenleri kabul ediyordu. Burada geçerli olan incelik; anlatmak istediklerini konuşmadan açıklayabilmekti. Bir gün tapınağın kapısına bir yabancı geldi.

Yabancı kapıda öylece durdu ve bekledi. Burada sezgisel buluşmaya inanılıyordu, o yüzden kapıda herhangi bir tokmak, çan veya zil yoktu. Bir süre sonra kapı açıldı, içerdeki budist, kapıda duran yabancıya baktı. Bir selamlaşmadan sonra söz’süz konuşmaları başladı. Gelen yabancı, tapınağa girmek ve burada kalmak istiyordu.

Budist bir süre kayboldu, sonra elinde ağzına kadar suyla dolu bir kapla döndü ve bu kabı yabancıya uzattı.

Bu, yeni bir arayıcıyı kabul edemeyecek kadar doluyuz demekti.

Yabancı tapınağın bahçesine döndü, aldığı bir gül yaprağını kabın içindeki suyun üstüne bıraktı.

Gül yaprağı suyun üsünde yüzüyordu ve su taşmamıştı.

İçerideki budist saygıyla eğildi ve kapıyı açarak yabancıyı içeriye aldı.

Suyu taşırmayan bir gül yaprağına her zaman yer vardı.

 

NEDEN BEN

Efsane Wimbledon un ilk zenci Şampiyonu Arthur Ashe kan naklinden kaptığı AIDS den ölüm döşeğindeydi.

Hayranlarından biri sordu.

"Allah böylesine kötü bir hastalık için neden seni seçti?"

Arthur Ashe cevap verdi:

"Tüm dünyada 50 milyon çocuk tenis oynamaya başlar, 5 milyonu tenis oynamayı öğrenir, 500 bini profesyonel tenisçi olur, 50 bini yarışmalara girer, 5 bini büyük turnuvalara erişir, 50 si Wimbledon a kadar gelir, 4 ü yarı finale, 2 si finale kalır.

Elimde şampiyonluk kupasını tutarken Allah-a

"Neden ben?" diye hiç sormadım. Şimdi sancı çekerken, Allah-a nasıl

"Niye ben?" derim..?

Mutluluk insanı tatlı yapar.

Başarı ışıltılı..

Zorluklar güçlü..

Hüzün insanı insan yapar, yenilgi mütevazı..

Allah-a asla "Neden ben" diye sormayın.

Ne olacaksa olur...

 

*   *    *

 

ORUÇLA İLGİLİ AYETLER VE HADİSLER

 

“Bizim orucumuz ile Ehl-i kitabın orucu arasındaki en önemli fark sahur yemeğidir.”

(Müslim Siyam 45; Ebû Dâvûd, Savm 15)

 

 “Sahur yapınız, zira sahurda bolluk-bereket vardır.”

( Buhârî, Savm 20; Müslim Siyam 45)

*   *    *

 

 

Dr. Halil Taşpınar Bolu İl Müftü Yard.

 

İSLAMİYET VE TESLİMİYET

Dr.Halil TAŞPINAR

İslâm, lügatte “silm” veya “selam” kökünden alınmış “barış, huzur, güven, mutluluk ve esenlik” anlamlarına gelen bir kelimedir.[1] Hakk’a teslimiyetle hem ferdî, hem de toplumsal barışı sağlamak demektir. İnsan yapısı itibariyle içinde zıtları barındıran bir özelliğe sahiptir. Akılla nefs; kalb ile heva; iyilik ile kötülük, kabul ile red insanın içinde devamlı bir şekilde mücadele halindedir. Aslında insanın derdide devasıda, hastalığıda şifasıda içindedir. Bütün mesele insanın iç dünyasını Hakk’a teslimiyetle orada hayrın, iyilik ve güzelliğin egemen olmasını sağlamaktadır. “Âlemlerin Rabbi’ne teslim oldum[2] diyerek gönlünü Allah’a açan Müslüman, gönül dünyasını imar ederek içindeki barışı sağlamış olur. Nitekim İslâm, Asr-ı Saadette en vahşi duygulara sahip Arap milletinden İslâm Tarihinin en şefkatli ve medeni insanlarını çıkarmıştır. Çünkü İslâm, insanı terbiye etmeyi ve ona insanî vasıflar kazandırıp vahşetten kurtarmayı esas almıştır. Bu yüzden de hayvanî bir hayat yaşayan nice insan, İslâm sayesinde melekî ölçülerle kemal kazanarak gözleri kamaştıran gönüller halinde gelmediler mi?. Sadece bir Hz. Ömer örneği bile bu konuyu ifade için yeterlidir. Hz. Ömer’in Müslüman olmadan önceki yaşadığı iki olayı hatırlanabilir. Biri helvadan put yapması ve acıkınca yemesi, diğeri ise kız çocuğunu diri diri gömme hadisesidir.

Diğer açıdan da İslâmiyet, iradeyi Allah’a teslim etmek, onun emirlerine sarılıp, sevgisinde fani olmak demektir. Yani ona/Allah’a mutlak itaat ve inkıyattan ibarettir, denebilir İslâm dininin vâz’ı şüphesiz Allah Tealâ’dır. Peygamber O’nun sadece tebliğcisi, yayıcısı ve davetçisidir. Peygambere dinde küçük bir değişiklik yapma yetkisi tanınmamıştır. O sadece vahye tabi olacak ve ancak onu tebliğ edecektir. Bu iki husus peygamberin diliyle Kur’an-ı Kerim’de şu ayetlerle tescil edilmiştir: “De ki: Rabb’imden bana ne vahiy olunursa ben ancak ona uyarım.”[3] “Ben, bana vahiy olunmakta olan (Kur’ân) dan başkasına uymam..”[4] “Ey peygamber, Rabb’inden sana indirileni tebliğ et. Eğer yapmazsan (Allah’ın) elçiliğini tebliğ etmiş olmazsın.”[5]

            İslâm dininin Allah katında gerçek ve en mükemmel din olduğu[6], ona mensup olan insanların ise Müslüman olarak isimlendirildiği[7], Kur’an-ı Kerim’de bizzat ifade edilen bir husustur. İslâm’a inanıp teslim olan, emirlerini hakkıyla yerine getirmeye gücü yettiğince gayret eden Müslüman’ın da, aynı derecede mükemmel olduğu gerek Kur’an ayetlerinin delaletinden, gerekse Hz.Muhammed’in hadislerinden çok açık bir şekilde anlaşılmaktadır. Onun içindir ki, İslâm kültüründeki “insan-ı kâmil” kavramı, kemal ve üstünlük namına aklımıza ne geliyorsa hepsini üzerinde barındıran insan olarak, Müslüman’ı tarif etmektedir. Müslüman: “İman eden ve ameli salih işleyen, hakkı tavsiye eden kimsedir.”[8] “Allah için seven Allah için buğuz eden kimsedir.”[9] “Herkese güven telkin eden kimsedir.”[10] “İlmi ve hikmeti nerede bulursa alan kimsedir.”[11] Kısaca söylemek gerekirse Müslüman, daima iyiyi doğruyu, güzeli öğrenen; iyiyi, güzeli ve doğruyu söyleyen, her zaman istikamet üzere olmaya çalışan insandır. O iyilik, doğruluk ve güzellikler için yaşar ve onları yaşatmaya çalışır.

            Dinimiz, çok ulvi ve mukaddes bir dindir. Dinimiz, bu asra, hatta gelecek çağlara hitap eden bir dindir. Esasen İslâm dini zamanlar ve devirler bitse de ne bir eskimeye maruz, ne de değişme ve tadil ihtiyacındadır. O kıyamete kadar bütün insanlığa hibe edilmiş en mükemmel ve son dindir. Onun bu vasfı “...Bugün size dininizi kemale erdirdim. Size  nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslâm’ı seçtim.”[12] Ayetiyle ifadesini bulmuştur.

 

 

 



[1] el-Cürcani, S.Şerif, et-Tarifat, Daru’r-Reşad, Kahire.

[2] Bakara 2/131.

[3] Â’raf 7/203.

[4] Enâm 6/50; Yunûs 12/15; Ahkâf 46/9.

[5] Maide 5/67, 99; er-Ra’d 13/40.

[6] Al-i İmran 3/19.

[7] Hacc 22/178.

[8] Asr 103/3.

[9] Buhârî, İman 1.

[10] Tirmizî, İman 12.

[11] Tirmizî, İlim 19.

[12] Maide 5/3.

İlk yorum yapan siz olun!
 1250 karakter yazabilirsiniz

Tabaklar Mah. Cumhuriyet Cad. İnci İş Merkezi No: 32 / 32 Bolu   Tel:   Faks: