• resmi ilanlar
Fevzi Saçlı

ÇÖPE ATILMA KORKUSU SARDI BENİ

06.06.2015 00:00:01

Köşemde oturup dururken birden gözlerim kapanır gibi oldu ve ufkun sonsuzluğuna dalıp gittim. Bir anda televizyonda ekranın altında kayıp giden yazılar gibi çocukluğumdan bu güne kadar gördüklerim, gözlerimin önünden olanca hızıyla kayıp gitmeye başladı. Nasıl oldu da biriyle sohbet ederken kırk yıl düşünsem aklıma gelmezdi diye sarf ettiğim söz gibi elli altmış yıllık bir sürede yaşayıp gördüklerim neden gözümün önünden gelip geçti derken etiketimin eskidiğini düşünmeye başladım.

Nitekim uzun süre görmediğim yaşlı bir dostumla karşılaştığımda onun gönlünü hoş etmek için biraz moral vereyim istedim ve de ona

- Arif amca bu sefer seni daha iyi gördüm. Maşallahın var. Yılları hiçe sayıyorsun. Bir delikanlı gibisin dedim. Dedim demeye ama bu benim yaşlı ve hayatın oldukça yormuş olduğu kadim dostum sözümü gülerek kesip

- Fevzi bu sözleri bana moral vermek için söylediğini anlıyorum. Âmâ ben kendimi herkesten daha iyi biliyorum. Senin bu sözlerinden dolayı teşekkür ederim. Âmâ sen ne dersen de Bu dünyanın havası bana iyi gelmemeye başladı dedi.

Elbette Arif amca yerden Gök’e kadar haklıydı. Zira zaman törpü gibi ömrümüzü bize fark ettirmeden, öyle törpülüyor ki bunun farkına ancak burnumuza toprak kokmaya başladığında fark ediyoruz.

Arif amcanın ilçesine bir sonraki gidişimde Arif amcanın vefatını öğrenince gerçekten çok üzüldüm. Çünkü aramızda en azından yirmi otuz yaş farkı vardı. Bu da demek oluyor ki benden otuz yıl daha fazla memleketin sıkıntılı yıllarını yaşamıştı. Onun anlatmaları sayesinde benim yaşamadığım otuz yılı da yaşamış gibi öğrenmiştim ondan. Yerde değil nurda yat sevgili dostum Arif amca.

Şöyle etrafıma bakınca Nasrettin hocanın eskiyen ayı kırpıp kırpıp yıldız yapıyorlar dediği gibi eskiyenin miktarı çok olunca ne yapacaklar acaba? Herhalde o kadar yıldıza ihtiyaçları olmadığından çöpe atacaklardır. Nitekim atıyorlar da.

Birçok insandan daha şanslı olduğumu düşünüyorum eskiyince çöpe atılanların birçoğunu gördüğüm için. Şimdi bir çok kişinin görmediği ve bilmediği benim görüp şahit olduğum çöpe gidenlerden bazılarını yeni neslin nostalji dediği şekilde sizlere hatırlatmaya çalışayım istiyorum.

Köşkeri bilir misiniz? Yani ayakkabı tamircisini. Devrimizde köşker kelime olarak bile gaiplere karıştı gitti.

Köşkerliğin revaçta olduğu devirlerde yemeni diye bir ayakkabı vardı. Kenarları köşkere çevirttirilmezse içine su alan bir ayakkabıydı bahsettiğim. Yani bundan altmış yıl önceki ayakkabı. Ben ayakkabıdan bahsedince tabii hemen aklınıza iskarpin gelmiştir. İskarpini kim kaybetmiş de vatandaş bulup da giyecek o devirlerde. Şimdikilerin bir aylık ücrete alınan pilli ayakkabıyı beğenmediklerine ne bakıyorsunuz.

Mahallede evlerin bittiği yerdeki arsaya körüğünü yerleştirip de kalay yapan kalaycılar nereye gittiler? Hele o eski ki kalayı sıyırmak için sağa sola dönerek müziksiz dans eden bir rakkasenin yaptığı hareketleri yapmalarını seyretmeye doyum olmazdı. Çünkü o zamanlar nedenini bilmezdik bu yapılan hareketlerin.

Mahalle arasında avazının çıktığı kadar bağırarak -  Yok mu pamuk attıran Halaç geldi diyen Halaçlar neredeler şimdi. Artık babaanneler yahut da anneanneler torunlarına yorgan sırıtmıyorlar mı da kulağımızı tırmalayan o Halaç sesleri kaybolup gitti Bu mesleğin de köküne kibrit suyu dökülmüş herhalde. Yahut da bu meslek sahipleri holding oldular da bizim mi Haberimiz yok acaba?

Elinde tefle ayı oynatanlarda mazi oldu. Yeni yetişenlerden birçoğu ayı oynatan birini görmemiştir sanırım. Bir yandan tefi çalarken diğer yandan ayının burnundaki zincirini çekerek -  Haydi bakayım koca karılar nasıl yatar abilerine bir göster bakalım diyerek ayıyı yatırmaya çalışırken o hayvanın neler çektiğine bakmayıp alacağı birkaç kuruşa bakan ayıcılar şimdi ne yapıyorlar acaba?

Ya koskocaman yassı ve de onun yanında tahminen yirmi santim boyundaki yuvarlak pille çalışan radyolar nerede? Yaşlılar ajans dinlerlerdi ve de aralarında konuşurken – Ahmet ağa daha bu ne ki gün gelecek bu avratlar angarada Türkü söylerken burada kendini de görecekmişiz. Daha ne günlere kalacağız yarabbi derlerdi. Bu gün için böyle konuşanlar şu anda mezarlarından kalksalar bu kez kalp krizinden ölürlerdi herhalde.

Hatırladığım kadarıyla bizler çocukken bizlerde kumbara merakı vardı kumbaraya üç beş kuruş atınca kendimizi holding sahibi gibi zengin sanar mutlu olurduk. Çünkü o günkü gerçekten paraydı. Ne denli bir para olduğunu bir misalle ifade edeyim. Dedem çiftimizi çubuğumuzu atlarla ve öküzlerle sürüp ekmesi için dutma dediğimiz iki işçi alırdı Her birinin altı aylık ücreti, yüz seksen lira idi. Şimdiki ücretlerle kıyaslayın bakalım.

Kelimenin esas anlamı ameledir. Aslı tutma olduğu halde zamanla dutma haline dönüşmüştür. Günümüzde dutmalık kalktığı için kelimede kalkmış gibi bir şey.

Nerede o arka planında kavisli bir şekilde (İSTANBUL HATIRASI )yazılı bir bez parçasıyla ve de üçayaklı makinesiyle kaymakamlık veya vilayet binaları önlerinde tezgâh açıp resim çektirmek isteyenleri bekleyen fotoğrafçılar.

Ya o adliyenin önünde hem dilekçe yazıp hem de şikâyetçi vatandaşın nereye müracaat edeceğini gösteren arzuhalciler tarihe mi karıştı? Yoksa onlar da birer büro mu açtılar. Büro diyorum. Çünkü yazıhanelerde çöpe atılmış herhalde. Çünkü yazıhane diyeni çırayla arasanız bulamıyorsunuz günümüzde. Ya büro diyeceksiniz yahut da ofis diyeceksiniz karşınızdakinin sizi anlaması için.

Birde postane önünde, askerdeki oğluna para göndermeye geldiği halde havale kâğıdını doldurmasını bilmeyenlere yaz kış hizmet veren o serbest meslek erbabının da nereye gittiğini bilen yok artık.

Güvercine tavşana şans çektirenler, sokakta birbirinden güzel şişirilmiş balon satanlar, hele benim çocukluğumda bardağı beş kuruştan haşlama satan elindeki iki tası birbirine vurarak bir müzik eserini seslendiren, sırtındaki koca süslü haşlamacı kazanıyla sabahtan akşama kadar güneyin kavurucu sıcağında tüm şehir kaldırımlarını arşınlayarak o sıcakta adeta dudakları çatlamış olan Çukurova halkını verdiği bir bardak haşlamayla bir demde olsa ferahlatan  -  Haşlama beş kuruş diye müşterilerini çağıran benim seyrine doyamadığım güzel bir uğraşı olan haşlamacıları özlüyorum inanın .

Kendine özgü bir tezgâh yaparak, mahalle aralarında özellikle de kurban bayramı arifesinde bıçak bileyicileri dolaşırdı. Uzun zamandan beri onları da göremez olduk nedense Sanırım onlarda köşelerin çekilmişler herhalde

Ramazan aylarında sahurda oruç tutanları uyandırmak için her köyde ramazan davulcusu tutulurdu. Bazı yerlerde de yedi sene ramazanda davul çalarak Müslümanları uyandıran cennete gider inancı olduğundan, her ramazan, sen çalarsın ben çalarım kavgaları bile olurdu.

Sıcak ve kurak geçen yaz mevsimlerine çocuklar uzunca bir sopanın ucuna biraz bez parçaları bağlayıp Köyün bütün evleri dolanılarak bulgur, yağ ve de yemeklik malzemeler toplanırdı. Buna bizim köyde bodi bodi derlerdi.(Bu tarihin derinliklerinden gelen bir adet idi. Çin kaynaklarında Hunlarda görüldüğünden bahsediliyor.) Ve bu gezi sırasında çocuklar hep bir ağızdan Hatırımda kaldığı kadarıyla

        Tekneye hamur

        Tarlaya çamur

        Ver Allahlım ver

        Şiddetli bir yağmur derlerdi.

 

Ertesi günde hep beraber çocuklar çevredeki bir yatıra giderek toplayabildikleri malzemelerle pilav

yapıp yerlerdi. Büyüklerde Cenabı hak bu günahsız sabi sübyanın duasını kabul eder inancında olduğundan onlara yardımcı olurlardı.

Eşeğinin üzerindeki semerin iki tarafına bağladığı, güneyde kavsara, bir çok yerde de küfe denilen kaplara doldurulmuş üzümleri satan yaşlı amcalarda piyasadan çekildiler artık..

Yine bunlar gibi eşeğine yüklediği, içinde tarak ayna nakış yumakları gibi emtianın bulunduğu iki camekân ile köy köy gezen çerçilerde kayboldu. Zira bizim çocukluğumuzda bir genç kızın ihtiyacı olan malzemeleri almak için tek başına şehre gitmesi hemen dedikodulara vesile olurdu. Ancak annesi veya teyzesiyle şehre gidebilirdi şayet babadan izin alınabilirse. Onun için ihtiyaçlar çerçilerden alınırdı. 

Eskiden şehre tek başına değil annesiyle bile gideni kınayanlar şimdi tek başına gitmeyenleri kınıyor. Maşallah kentli köylü farkı kalmadı. Köylerde oturanlar kabak çiçeği gibi açıldı. Köylü şehirliden daha fazla değişime uğradı.

Bu değişimi şöyle örnekleyebilirim. Eskiden yolda yolakta karşılaşıp da amcanın kızıyla konuşsan hemen dedikodu edilirdi. Demek ki devir değişmiş.

Pamuk şekeri, elma şekeri ve de seyyar arabasıyla dondurma, tepsi içerisinde Şam tatlısı ile güneylilerin Antakya hariç içli köfte dedikleri köfte satıcıları da tarihe karıştı sanırım.

Malum Antakyalılar içli köfteye oruk derler.

Kışın o ayazında kaldırımda kestane kızartarak sıcak sıcak müşterilerine sunan kestanecilerle tam aksine yazın mısırı kızartıp veya haşlayıp satanlarda devede kulak kaldılar  

Sokaklarda -  Eskici... Eskici... Eskiler alırım eskiler alırım diye bağıran eski kıyafetleri satın alıp şöyle bir elden geçirdikten sonra bitpazarında tezgâh açanlarda tarihe karıştı anlaşılan. Çünkü uzun yıllardır böyle bir sese hasret kaldık.

Eskiden her yerde kömürlü ütü vardı. Elektrikli ütüler çıkınca sanırım onlarda çöpe gittiler.

Eskiden bisiklete velespit veya cansız at derdik. Her çocuğun hayali bir velespit sahibi olmaktı. Âmâ devir değişti. Velespite sadece spor olsun diye biniyorlar. Yoksa onların sahip olmak gibi ne bir niyetleri ne de bir arzuları var Şimdikiler de önüne geçilmez bir araba sevdası var. Bunu kamçılayanda yaptıkları aşırı reklamlarla insanları gaza getiren otomobil üreticileriydi.

Büroda kullandığımız makinelerde çöplüğü boyladı herhalde. Fasit hesap makineleri vardı. Şakır şakır çalışan. Sonra da elektriklisi çıktı. Bir işlem yapınca neticeyi bir iki dakikada alıyordun. Bekliyordun o kendi kendine çarpıp sağlamasını da yaptıktan sonra ekrana getiriyordu. Şimdilerde onları da hiçbir büroda göremiyoruz. Yine kendi akranı olup da emekliye ayrılan daktilolar gibi. Ben gerçekten bayılırdım on parmak daktilo yazanın yazarken çıkarmış olduğu sese.

Az kalsın unutuyordum yol ortasında trafiğe yön veren trafik polislerini. Eğer eskisi gibi her noktaya trafiği yönlendirecek bir polis dikseler bu trafik keşmekeşini düzeltmek için şimdiki polis miktarı kadar polis gerekecekti. Kavşaklara lambalar kondu da trafik polisleri

- Oh be dünya varmış diyebildiler. Âmâ bizi de o trafik polislerini seyretme zevkinden mahrum ettiler. Çünkü onların sürücülere, sürücülerinde onlara kızmasını seyretmek gerçekten çok keyifli oluyordu.

İşte başlangıçtan beri saydığım, benim bizzat yaşarken gördüğüm alet ve edevat ile gıda maddelerini satan meslek sahipleri emekli olup sahneden çekildiler.

İşte ben aynaya bakınca hızla bunların arasına katılma günlerimin yaklaştığını gördüm. İşin garibi metal olan alet edevat gibi ikinci kez kullanılma imkânına sahip olamamak da ikinci bir üzüntü kaynağım oluyor. Çünkü ben giderken benim en küçük bir izim bile kalmayacak bu dünyada. Anlayacağınız bu dünyada bir eser bırakmadan birçokları gibi odun geldik kütük gidiyoruz vesselam. Allah sonumuzu hayreyleye.

                                                      HOŞÇA KALIN

 

                                                                                 FEVZİ SAÇLI

YORUMLAR  (Toplam 1 yorum)

  • Çöp olmayacak,Çöpe atılmayacak  (28.10.2015 10:04:57)

    Yaşınızı merak ettim Türkiyede asırlardır yaşanan hayatı görmüş olmakla büyük bir şansa sahipseniz 1950 yılından sonraki gelişmeleri de yaşayarak bugünlere kadar gelmişsiniz siz bir tarih olmuşsunuz toplumumuzun geçirdiği evreleri bizzat yaşamışsınız yazınızı okurken büyük bir zevk aldım bana adım adım geçmişimi yaşattınızBu büyük değişimi zorunlu olarak yaşadık dünya da yaşıyor elektronik devrinden Işıllar devrine doğru gidiyoruz Işınlar devrine. Dünyamız böylesine değişiyor nesiller arasında uçurumlar büyüyor fakat insanın iç dünyasındaki değişimleri bu kadar net göremiyoruz.? Netice de yaşayıp yaşayıp çöpe Yoo

  • Yorum yazın!
     1250 karakter yazabilirsiniz

    Yazarın son yazıları

    Yazarın TÜM YAZILARI

    Tabaklar Mah. Cumhuriyet Cad. İnci İş Merkezi No: 32 / 32 Bolu   Tel:   Faks: