• resmi ilanlar

Asr'ı-evvel ve asr'ı-sani ne demektir? Ülkemizde ikindi namazı hangisine göre kılınmaktadır?

27/07/2013 00:00

***

 

 

Kelime olarak asr-ı evvel; ilk ikindi, asr-ı sani de ikinci ikindi demektir. Dini bir terim olarak asr-ı evvel; fey-i ze-val'den yani güneşin tam tepe nokta-sına gelip, cisimlerin gölgesinin en kı-sa olduğu halden başka her cismin gölgesinin kendi misline ulaştığı za-mana denilir. Asr-ı sani, fey-i zevalden başka her şeyin gölgesinin kendisinin iki katına ulaştığı zamandır. İmam Ebu Hanife'ye göre asr-ı sani öğle namazının son, ikindi namazının da ilk vaktidir. Yani öğle namazı bu vakte kadar kılınabilir. İkindi namazının vakti de bu esnada girer. İmam Ebu Yusuf ve İmam Muhammed ile diğer üç mezhep imamına göre ise, asr-ı evvel ile öğle namazının vakti çıkmış ve ikindi namazının vakti girmiş olur (Kasani, Bedaiu's-Sanai', I, 318; Merğinani, el-Hidaye, I, 38; Zeylai, Tebyinü'l-Hakaik, I, 80). Ülkemizde takvimlerdeki ikindi vakti, asr-ı evvele göre hazırlanmıştır. 

*   *    *

 

BÜYÜKLERİN SÖZLERİ, SÖZLERİN BÜYÜKLERİDİR...

Her insanın üç türlü

karakteri vardır:

Belli ettiği, sahip

olduğu ve sahip

olduğunu sandığı.

(Karr)

*   *    *

 

KIRK HADİS

(Mümin) kardeşine tebessüm etmen sadakadır. İyiliği emredip kötülükten sakındırman sadakadır. Yolunu kaybeden kimseye yol göstermen sadakadır. Yoldan taş, diken, kemik gibi şeyleri kaldırıp atman da senin için sadakadır. Tirmizî, Birr, 36.

 

*   *    *

Cenâb-ı Allah'ın sıfatlarından biridir…

AFV AFFETMEK

"Onu bağışlamanız takvâya daha yakındır. " (el-Bakara, 3/237) Böylece affetmek İslâm kardeşliğinin bir gereği olduğu gibi müslümanlar arasında da minnet duygusunun gelişmesine ve müminlerin birbirlerine şükran duygularıyla yaklaşmalarına zemin hazırlayacaktır. Nitekim insanı cezalandırmaya yetkili ve hak sahibi olmasına rağmen af yolunu tercih eden kişi daima toplum tarafından takdirle karşılanmıştır. Bu da İslâm ahlâkının bir tezahürüdür. Suçluyu affetmek asla adâletsizlik değildir. Zira Cenâb-ı Hakk küfür ve şirkin dışında kalan her hata ve günahı dilediği takdirde affedebileceğini ifade buyurmaktadır:

"Allah kendisine ortak koşulmasını mağfiret etmez. Ancak ondan başkasını dilediği kimseler için mağfiret eder." (en-Nisa, 4/48)

Buna karşılık Allah'a karşı isyan ve İslâmî emirlerin çiğnenmesinde uygulanacak hadlerin kadı tarafından kesin olarak karara bağlanmasıyla devletin affetme yetkisi ortadan kalkar. Ancak delillerin ve suç unsurlarının tesbitinde eksiklik söz konusu olursa devletin cezayı düşürmesi mümkündür. Mağdurun olmadığı ve bir mağdur tarafından açılmamış davalarda ve hadlerin uygulanmasında af kesinlikle mümkün değildir. Hırsızlık ve zina iftirası gibi durumlarda mağdur doğrudan doğruya kendisi af yetkisini kullanarak suçluyu affedebilir. Dava açılmadan önce böyle bir af söz konusu olursa ceza düşer. Böyle durumlarda gerçekleşen af suçun işlenmiş olması halinde sadece dünyevî cezası affedilmiş olur. Ahirette ise hesabı Allah'a aittir. Hırsızlık gibi suçlarda mahkeme bir hüküm vermiş ise mağdur affetse bile infâzın durdurulması söz konusu değildir. Böyle durumlarda ceza uygulanır.

İslâm'da kul hakkının daha çok olduğu kısaslarda cezanın düşmesinin prensip olarak kabul edilmesi davada kul hakkının ağır bastığı zaman mümkündür .

"...Öldüren, ölünün velisi tarafından affedilirse, örfe uymak ve diyeti güzellikle ona ödemek gerekir. Bu, Rabbinizden size bir kolaylık ve rahmettir..." (el-Bakara, 2/178)

"Cana can, göze göz, buruna burun, kulağa kulak, dişe diş ile kısas yapılır. Yaralarda da kısas vardır. Fakat kim hakkından vazgeçerse, bu onun günahlarının affına bir sebeptir. Kim Allah'ın indirdiği hükümlerle hükmetmezse işte onlar zalimlerin ta kendileridir. " (el-Mâide, 5/45) ayetleri mağdurun affetme imkânı ve yetkisinin olduğunu göstermektedir. Bu gibi durumlarda af kul hakkı olduğu için suçluyu mağdur veya velisinin affetmesine ve kısasın uygulanmamasına rağmen devlet suçluyu ta'zir etme hakkına sahiptir. Ancak mağdurun ölmesi halinde onun veli ve yakın akrabaları bu kısasta yetkilerini kullanma hakkına sahiptirler. Mağdurun velisi veya varisleri suçluyu affedebilirler. Ancak böyle bir affın yapılabilmesi için akıl ve bülûğ şart koşulmuştur. Yani affedecek kimsenin âkil ve baliğ olması gerekir. Bazen diyet* veya mal karşılığında suçlu affedilebilir. Bu da aslında af olmaktan çok sulh* kapsamına girer.

Kamu hakkının söz konusu olduğu ve kamuya karşı işlenmiş bulunan suçlarda devlet affetme yetkisine sahiptir. Kul hakkının çiğnendiği durumlarda ise affetme yetkisi öncelikle mağdurundur. Her iki durumda yani hem kamu hakkının hem kul hakkının birlikte ihlâl edildiği bir suçun işlenmesi halinde ise, bir tarafın affetmesiyle diğer tarafın hakkı düşmez. Affetmeyen taraf cezanın uygulanmasını isteyebilir.

 

*   *    *

 

KISSADAN HİSSELER

 

Hz. FATIMA'nın

sevgisi

 

Güneş, yakın yıldızlarını biraz daha yaklaşmaya çağırdı kendine. Sonra abasının kanatlarını açıp şefkatle sardı onları. Olacak gibi değil ama oldu, güneş sisteminin en parlak yıldızları bir örtünün altında toplandılar. Dudakları kilitlendi heyecandan. Nefesleri kalp çekicinin altında şekilden şekle girdi. Işıklarını aldıkları kaynağa bu kadar yakın olmamışlardı hiç. Aynı abanın altında olmak, evrendeki değerlerini yeniden belirlemişti. Yalnız onlar değil, bütün kâinat nefesini tutmuş güneşin dudaklarının kımıldamasını bekliyordu. Ve güneşin dudakları kıpırdadı : " Allahım! Bunlar benim Ehl-i beytimdir; onları kötülüklerden koru ve kendilerini tertemiz kıl!" Bu duayı işiten yıldızlar sevinçle sokuldular güneşlerine. Hz. Fâtıma, Hz. Ali, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin, Peygamberin abasının altında gülümsediler. Bu âile fotoğrafı, albümlerinin ilk sayfasını süsledi inananların. Zira bu sayfaya bakmadan öteki sayfaları anlamak imkânsızdı. Bu fotoğrafta Son Peygamber; hem baba, hem dede, hem kayınpederdi. Bu fotoğrafta Ali; hem eş, hem baba, hem damattı. Bu fotoğrafta Hasan ve Hüseyin; hem oğul, hem torundular. Bu fotoğrafta Fâtıma; hem anne, hem eş, hem çocuktu.

Çocuktu ve yapılanları anlayamıyordu. Koşuyor ve küçük elleriyle babasının sırtına atılan pislikleri temizlemeye çalışıyordu. Nasıl yaparlardı bunu! Hem de Kâbe'nin karşısında secdedeyken! Ondan daha temizi yokken nasıl yaparlardı! Fâtıma, babasının mübarek sırtına konulan deve işkembesini tuttuğu gibi fırlattı müşriklere. Son Peygam-ber namazını bitirip ellerini göğe kaldırdı. "Allah'ım Kureyş'i sana havale ediyo-rum!"dedi üç kez. Sonra sarıldı Fâtıma'ya. " Babasının Anası" diye sevdiği cana. Öptü yanaklarından, başını okşadı. Fâtıma ne kadar başkaydı! Peygamberlik gelmeden bir sene önce vermişti Yaradan onu. En küçük kızıydı Nebî'nin. Aydınlık yüzlü bir kız! Bu yüzden "Zehrâ" dendi ona. Sonra büyüdü, genç kız oldu. İffetli bir kız! Bu yüzden "Betül" dendi ona.  Devamı Pazartesi günü

 

*   *    *

 

ORUÇLA İLGİLİ AYETLER VE HADİSLER

 

Sure (Nisâ Suresi), 65. Ayet

Hayır! Rabbine andolsun ki onlar, aralarında çıkan çekişmeli işlerde seni hakem yapıp, sonra da verdiğin hükme içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın, tam bir teslimiyetle boyun eğmedikçe iman etmiş olmazlar.

 

*   *    *

Ramazan makaleleri

 

Ramazan Ayında Yeniden Var Olmak

 

Ramazan ayı, yani oruç ayı, Kur'an ayı demektir. Müminler bu ayda tuttukları oruçlarını Kur'an okuyarak taçlandırılar; zira Kur'an bu ayda indirilmeye başlamıştır. (Bakara, 185) O nedenle ramazanda daha özel bir gayretle ve daha bol miktarda Kur'an okumak, Müslümanların kayda değer bir özelliği ve geleneğidir.

 

Ramazan ayında inananları, bir yandan orucun bizatihi kendisi, gerek gönül cephesinden girip iç dünyalarında yepyeni süreçlere sokarak gerekse toplumsal hayat sahasından intikal edip toplumsal ilişkilerin bütün boyutlarında, komşuluk ilişkilerinde, akraba ilişkilerinde, toplumsal kurum ve gruplar arası ilişkilerde, alışverişlerde vs. samimiyeti, arılığı, heyecanı yerleştirerek, taze ve kötülüklerden korunmuş bir yaşam içine dahil ederken (Bakara, 183) diğer yandan bolca okunan Kur'an, hep yeni ruh üfleyerek, yepyeni anlamlar deryasına çekerek doğru yola sevkeder, hak ile batılı, doğru ile yanlışı ayırdetme konusunda kılavuzluğu altına alır. (Bakara, 185)

 

Ramazan ayında bütün bir Müslüman dünyasıyla birlikte tuttuğumuz bir aylık orucun insanı kendine getiren yönü derindir. Oruç, hiç kuşkusuz insan bedeni üzerinde oldukça ciddi olumlu etkiler gösterir. Bu açıktır zaten. Oruç gerçekten de insanın maddi vücudunu tamir eder, daha sağlıklı hale getirir. Fakat orucun insanın bedenini daha da sağlamlaştıracak asıl etkisi ruhumuz üzerinde gösterdiği etkileridir. İnsan oruç tuttuğunda, insan olduğunun, toplumsal bir varlık olarak insan olduğunun, dünyada tek başına olmadığının, kendisinden başka pek çok insan yaşadığının, dünyayı başka insanlarla paylaştığının farkına varır…

 

Ramazan'da Kur'an okuyarak tuttuğumuz oruç, insanı kendine getirme kabiliyetiyle insana yeniden varolma bilinci kazandırır; insan oruç tutarak kendini sorgulama ve muhasebe etme sürecine girer. Bu süreçte geçmişini, şimdisini ve geleceğini gözden geçirir; eski olmaktan çıkar, yenilenir, yeni bir insan olur, öyle çıkar toplum sahnesine.

 

Descartes'ın “düşünüyorum, o halde varım” önermesinden farklı, ama onunla da ilgili olarak aslında oruç insanın yeniden var olmasının bir yolu olarak kendini kabul ettiren bir ibadettir. Bundan dolayı “Oruç tutuyorum, öyle ise varım.” yargısı oruç tutan insan için ortaya konulabilecek bir anlam içeriğine sahiptir. Bu önermedeki “Oruç tutuyorum”un içinde “düşünüyorum” da var, hem de köklü bir anlam muhtevasıyla. Oruç, insanın kendini, varlığı, varoluşu, yaratıcıyı, insanları, bütün bir kâinatı düşünmesini, yeniden okumasını temin eder.

 

Oruç, insanı kademe kademe dudaktan kalbe, zihne ve akla; yeme ve içmeden düşünmeye doğru etkiler, sarar sarmalar, sıkar ve bırakır. Oruç tutan kişi, artık o bildiğimiz kişi değildir. O, değişmiştir, iyi yönde değişime uğramıştır. Yemek ve içeceklerden aynı tadı almadığı gibi aynı şekilde ve aynı şeyleri de düşünmez. Oruç tutulan toplumsal alanlarda insanlar yeni bir hayata gözlerini açarlar, dünyaya farklı bakmaya başlarlar.

 

Oruç ile insan varoluşun derinlerden kaynaklandığını ve ötelere bağlandığını düşünür ve anlar. Orucun açtığı manevi ufuklarda insan dolaşıp düşündükçe kendine gelecek ve kendine geldikde bencillikten uzaklaşıp hayatın imkân ve fırsatlarını paylaşmayı öğrenecek ve öyle de yapacak.

 

Oruç, yeniden var ettiği insanlarla yepyeni bir toplum inşa eder. Esasen toplum, ramazan ayında, içinde oruçla ilişkilerin yenilendiği bir ağ olur, yeniden var olan, dirilen bir ağ. Oruçla toplum, geleneğini, mevcut donanımlarını, kültür ve medeniyetini daha sıkı tutar, ama onları daha bir anlamlandırarak, daha bir yenileyerek, onlara çağı dikkate alıp yeni zenginlikler katarak yapar bunu. Oruçla, toplumun bütün özellikleri canlanır, capcanlı olur. Oruçla toplumun aktörleri, daha bir heyecan ve coşkuyla hayata katılır…

 

Sayılı günlerde tutmamız istenen oruç (Bakara, 184), tutanı ve tutanın içinde yaşadığı toplumu diriltir, yeniden var eder. Oruçla yeniden varoluşta bireyin kendini aşan boyutu görmek çok önemlidir. Daha doğrusu orucun tutanı aşan bir boyutu var.

 

Oruç, yaydığı manevi ışık ve enerji ile ve de toplumda yeniden oluşturduğu ilişki biçimiyle kötülük ve günahların, şeytan ve şeytanın avukatlarının, kötü düşünce ve vesveselerin, zarar verme ve öldürme niyet ve eylemlerinin etkisizleştiği bir dünya getirir insanlara. İnsanlar, oruçla böyle bir dünyaya gözlerini açarlar.

 

Oruçla insan, her zamankine göre daha duyarlı hale gelir; insanlar, olaylar, değişenler, değişmeyenler karşısında daha duyarlı davranır; attığı adımları daha dikkatli ve hesaplı atar; başkalarının hak ve hukukunu ihlal edecek davranışlardan kaçınma konusunda daha hassas olur. Yani oruç, insanı uyandırır, uyanık kılar.

 

Orucun verdiği uyanıklık, bizi dünyaya açar; oruçla bizim dışımızdaki dünyanın farkına varır, onların yaşadıklarına duyarsız kalmayız. Onları anlamaya, tanımaya, paylaşmaya, onlarla hemdert olmaya başlarız. Kötülük yapanlara karşı da birlikte mücadele etme bilinç ve azmi kazanırız…

 

Oruç, insan için kalkan görevi görür. Nitekim “Oruç kalkandır.” (İbn Mâce) buyurmuş Hz. Peygamber. Hem kişiden başkalarına gidecek kötülük veya zararlara karşı, hem de başkalarından kişiye gelecek kötülük veya zararlara karşı bir siperdir. Bu yönüyle de toplumun bozulmasına, toplumu ayakta tutan en temel dinamiklerden birlik, uzlaşma, bütünleşme ve barışın sağlanması veya devam etmesinde vazgeçilemez bir rol oynar. O halde oruç, yepyeni bir ilişki biçiminin geçerli olduğu dünya meydana getiriyor.

 

Sonuç olarak ramazan ayında oruç, bütün boyutlarıyla insanın yeniden var olmasını sağlar; bu nedenle ramazan ayı yeniden var olma ayıdır.

 

 

 

Not: Bu yazı, Diyanet Aylık Dergi Ağustos 2009 sayısında yayınlanmıştır.

İlk yorum yapan siz olun!
 1250 karakter yazabilirsiniz

Tabaklar Mah. Cumhuriyet Cad. İnci İş Merkezi No: 32 / 32 Bolu   Tel:   Faks: