• resmi ilanlar

Namazda surelerin Türkçe tercümesi okunabilir mi?

05/08/2013 00:00

...

 

Namazda surelerin Türkçe tercümesinin okunması caiz değildir. Konu ile ilgili olarak, Din İşleri Yüksek Kurulu'nun 04. 12. 1997 tarihinde aldığı 103 no'lu kararda şöyle denilmektedir:   Kur'an-ı Kerim'in namazda Türkçe tercümesinin okunmasına gelince:   Kur'an-ı Kerim'de “Kur'an'dan kolayınıza geleni okuyun” (Müzzemmil, 73/20) buyrulduğu gibi, Hz. Peygamber (s.a.s.) de bütün namazlarda Kur'an-ı Kerim okumuş ve namaz kılmayı iyi bilmeyen bir sahabiye namaz kılmayı tarif ederken “...sonra Kur'an'dan hafızanda bulunanlardan kolayına geleni oku.” (Müslim, Salat, 45) buyurmuştur. Bu itibarla namazda kıraat yani Kur'an okumak, Kitap, Sünnet ve İcma ile sabit bir farzdır.   Bilindiği üzere Kur'an, Cenab-ı Hakk'ın Hz. Muhammed (s.a.s.)'e Cebrail aracılığı ile indirdiği manaya delalet eden elfazın (nazm-ı münzel'in) ismidir. Sadece mana olarak değil, Resülüllah (s.a.s.)'in kalbine elfazı ile indirilmiştir. Bu itibarla bu elfazdan anlaşılan ve başka lafızlarla (sözlerle) ifade edilen mana Kur'an değildir. Çünkü indirildiği elfazın dışında, hatta Arapça bile olsa, başka sözlerle ifade edilen mana Cenab-ı Hakk'ın kelamı değil, mütercimin ondan anladığı yorumdur. Oysa Kur'an kavramının içeriğinde, sadece mana değil, bir rüknü olarak onun elfazı da vardır. Nitekim:   “Şüphesiz O, alemlerin Rabbi tarafından indiril-miştir. Onu Ruhu'l-emin (Cebrail), uyarıcılardan olasın diye, senin kalbine apaçık Arap diliyle indirdi.” (Şuara, 26/192-195)   “Böylece biz onu Arapça bir Kur'an olarak indirdik.” (Ta-Ha, 20/113)   “Ko-runsunlar diye dosdoğru Arapça bir Kur'an indirdik.” (Zümer, 39/28)   “Bu bilen bir toplum için, ayetleri Arapça bir Kur'an olmak üzere ayrıntılı olarak açıklanmış bir kitaptır.” DEVAMI YARIN

 

*   *    *

 

BÜYÜKLERİN SÖZLERİ, SÖZLERİN BÜYÜKLERİDİR...

Sabır; Bir işi bir dakika önce alma aceleciliğinden, bir dakika sonraya bırakma tembelliğinden kaçınma ve korunma iradesi demektir.

 

*   *    *

 

KIRK HADİS

Allah'a ve ahiret gününe imân eden kimse, komşusuna eziyet etmesin.

Allah'a ve ahiret gününe imân eden misafirine ikramda bulunsun. Allah'a

ve ahiret gününe imân eden kimse, ya hayır söylesin veya sussun.

Buhârî, Edeb, 31, 85; Müslim, Îmân, 74, 75.

 

*   *    *

Yaptığı Günahı Bırakıp Cenab-ı Hakk'a Yönelmektir…

 

TÖVBE

Rücu etmek, geri dönmek, pişman olmak, nedamet duymak, yaptığı günahı bırakıp Cenab-ı Hakk'a yönelmek.

Asıl anlamı geri dönmek olup, tövbe kelimesinin türemişi olan "tevvâb" kelimesi tövbe işini çok çok yapan anlamında aşırılık ifade eden ism-i faildir. Yüce Allah'ın bir ismi, bir sıfatı olarak "et-Tevvâb" ise itaata yönelerek Allah'a dönen kişinin istediği bağışlanmayı kabul edip, o tövbekâr kulunu huzuruna alan ve onu affeden anlamındadır. Bu itibarla tövbe, kul hakkında günahlardan dönmeyi, yüce Rabb'imiz hakkında da cezalandırmaktan dönmeyi ifade eder, yani kul Rabb'ine döner, Rabb'i de onun bu yönelişini kabul eder ve onu cezalandırmaktan vazgeçer. İşte bu mânâda "et-Tevvab" sıfatı, kulların tövbelerini her yönelişlerinde rahmet ve mağfiretiyle kabul eden demektir.

İslâm'da tövbe; birisi Allah, diğeri kul yönünden iki farklı anlam taşır. Allah yönünden tövbe, yapılan kötülüğü, işlenen günahı veya kabahati affedip bağışlamaktır. Kul yönünden, yaptığının kabahat veya günah olduğunu bilip, onu bırakıp terk ederek Allah'a dönmek, yani O'nun emirlerine uymak ve yasak ettiği şeylerden kaçınmak suretiyle Allah'a sığınarak O'ndan affetmesini, bağışlamasını dilemek, yaptıklarından pişman olduğunu da belirterek yalnız O'na yalvarmak demektir. Meselâ, bir kabahat, söz gelişi içki içmeyi sırf bedenine yapmış olduğu bir zarardan dolayı veya malına yahut da şerefine zararı dokunduğu için terk etmekte olduğu gibi, Allah rızası ve Allah korkusu düşünülmeyecek olursa, bu gerçek mânâda tövbe sayılmaz. Çünkü tövbe, yaptığı işin günah olduğunu, kusur veya kabahat olduğunu, suç işlediğini kabul etmekle başlar. İşte bu anlamda tövbe, bir ibadet olarak da sadece yüce Rabb'imize tahsis edilmelidir.

1- Bazı alimlere göre tövbe anlayışı

Gazâlî'ye (ö: 505/1111) göre tövbe, ilim, hâl ve fiil gibi sırasıyla birbirini gerektiren üç şeyin birleşmesinden meydana gelen değişmez ilâhî bir sünnettir.

İlimden maksat, günahların ve büyük zararların, kul ile Allah'ın rahmeti arasında, Allah ile kulu birbirinden ayıran bir perde teşkil ettiğini bilmektedir. İnsan kalbinde ve zihninde, bunu böylece kesin olarak kavrayınca, yüce Rabb'ini, yani sevgili Mevla'sını kaybettiği için bir elem ve acı duyar. Hele kusur ve kabahat kendi tarafında ise, bu üzüntüsü elem ve ızdırabı daha da artacaktır. İşte Rabb'ini kaybedip O'ndan uzak kalmasına sebep olan bu kusur ve kabahatından dolayı duyduğu acı ve çektiği eleme pişmanlık veya nedamet denir.

Bu acı ve elem kalbini ve gönlünü iyice kapladığı zaman, yeni bir hâl, yeni bir durum ortaya çıkar ki, bu da şimdiki, geçmiş ve gelecek zamanla alakalı olan bir işi, bir fiili tasarlayıp kasıt ve niyet etmektir.

Şimdiki zamanla alakası, yapmış olduğu kabahatı hemen terk edip bırakmaktır.

Gelecek zamanla alakası, kendisini Rabb'inden ayıran bu kötülüğü veya kabahati ömrünün sonuna kadar asla yapmamaya azimli ve kararlı olmaktır.

Geçmiş zamanla alakası ise, kaybettiğini, zararlarını iyilik etmekle veya kâzâ etmekle telâfi etmeye çalışmaktadır.

İşte ilim burada tövbenin birinci unsurudur ki, bundan da maksat imân ve yakîndir. Çünkü imân, günahların öldürücü bir zehir olduğunu akla gösterip kalp ve gönüle tasdik ettirir. Yakîn ise bu tasdiki daha da kuvvetlendirip şüpheyi ve zannı ondan uzaklaştırarak kalbe onu tam mânâsıyla yerleştirir. Bu imânın nuru kalpde parladığı an, orada pişmanlık ateşini yakar. Kalp bu iman nuru sayesinde yüce Rabb'inden ve O'nun sevgisinden uzaklaştığını anlayınca acı duyar ve elem çeker. Böylece tövbe eden kimsenin kalbini bu ayrılık ve sevgi ateşi öylesine yakmalıdır ki, bu ateşin verdiği heyecanla kaybettiğini tekrar elde etmeye yönelsin.

Şu halde ilim, pişmanlık ile şimdiki ve gelecek zamanda bu işi yapmamaya azimli olmak ve geçmişteki zararı da telâfiye çalışmak gibi birbirini takip eden üç unsurdur ki, hepsine birden tövbe denir. Çok kere yalnız geçmişte olan bir işe pişman olmaya tövbe demişlerse de, ilim onun evveli ve öncesidir; kabahatı, günahı bırakıp terketmek de onun neticesidir. İşte bu manada sevgili Peygamberimiz, "pişmanlık tövbedir" buyurmuştur. Çünkü pişmanlık, pişman olmayı gerektirir ve onu neticeye götüren ilimden ve onu takibeden azim ve irade gücünden uzak olamaz. İlimsiz ve azimsiz pişmanlık mümkün değildir. Bundan dolayı tövbenin tarifinde "geçmiş hataların verdiği bir iç sancısıdır" denilmiştir; zira bu, yalnız içteki, gönüldeki acı ve elemle ilgilidir.

 

Fahreddin er-Râzî (ö: 606/1209), "Mefatihu'l-Gayb" adlı tefsirinde el-Keffal'den (ö: 507/1113) naklen tövbe için gerekli olan şeyleri şöylece sıralıyor: 1- İşlediği bu günah olan işi veya kabahatı terketmek, 2- Geçmişte, yani önceden yapmış olduğu bu işten veya kabahatı terketmek, 3- Bu günah olan işin veya kabahatin bir benzerine asla bir daha dönmemeye azmetmiş olmak, 4- Bütün bu şeylerin hepsini bir daha yapmaktan korkup çekinmek. İşte bunların hepsi tövbe için muhakkak gereklidir." dedikten sonra sebeplerini de şöyle açıklıyor: "1- Terk şunun için gereklidir, zira kul günah olan o işi veya kabahatı terk etmezse, yapıyor demektir ki, bu durumda tövbe etmiş olmaz.

2- Pişmanlık şu bakımdan lüzumludur, çünkü pişman olmazsa, yaptığı işe rızası, gönlü var demektir. Bir şeye râzı olmak ise, çok kere onu yapmayı gerektireceğinden yine tövbe etmiş olmaz,

3- İşlediği günahın bir benzerine dönmemeye kararlı ve azimli olmak şunun için gereklidir, zira yaptığı iş günahtır, günaha tekrar niyyet edip azmetmek de günahtır,

4- Korkuya gelince, bu korku insana tövbe etmeyi emreder ve tövbe ederek bu işi kesip atmaktan başka yol olmadığını hatırlatır. "

İşte Yüce Allah'ın, "Geceleyin secde ederek ve ayakta durarak boyun büken, ahiretten korkup çekinen ve Rabb'inin rahmetini dinleyen kimse, inkâr eden kimse gibi olur mu? Ey Muhammed de ki, bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Doğrusu ancak akıl sahihleri öğüt alırlar" (ez-Zümer, 39/9) buyruğunu kanaatimizce bu manada anlamak gerekir.

DEVAMI YARIN

 

*   *    *

 

BUNLARI BİLİYOR MUSUNUZ?..

 

İslam ahlaki terimi…

Selamın aleyküm…

SELAM-1

Hz. Peygamber (s.a.s) de, birçok hadislerinde selamın önemi ve yaygınlaştırılmasının gereği üzerinde durmuştur. Bir şahabı Hz. Peygamber (s.a.s)'e: "Islaman hangi isi daha hayırlıdır" diye sorduğunda, Rasûlüllah söyle buyurmuştur: "Yemek yedirmen, tanıdığına ve tanımadığına selam vermendir" (Buhari, Iman, 6-20). Yine Peygamber Efendimiz (s.a.s) söyle buyurmuşlardır: "İman etmedikçe Cennete giremezsiniz: birbirinizi sevmedikçe, olgun bir imana sahip olamazsınız. Size, yaptığınız takdirde birbirinizi seveceğiniz bir şeyi haber vereyim mi? Aranızda selâmı yayınız!..." (Müslim, Îman, 93). "Şüphesiz ki, Allah katında insanların en iyisi, önce selâm verendir" (Ebû Davûd, Edeb, 133) hadisinden ise, selâm vermede acele etmenin daha sevap olduğu anlaşılmaktadır.

Gerek ayetlerden ve gerekse hadislerden anlaşıldığına göre selâmı yaymak, insanlar arasında dostluk, sevgi ve barisin yaygınlaştırılması, Müslümanların kalplerinin birbirlerine ısındırılması bakımından son derece önemlidir. O halde, İslâm toplumunda dost ve ahbaplarla, arkadaş, tanıdık kısaca bütün Müslümanlarla sevgi, saygı ve samimiyet duygularının geliştirilebilmesi için, karşılıklı olarak selâm verip-almak gereklidir. Selâm, yalnızca dışarıda, sokakta, is yerlerinde verilip-alınmaz; evde de selâm verilip-alınmalıdır.  DEVAMI YARIN

 

 

*   *    *

 

ORUÇLA İLGİLİ AYETLER VE HADİSLER

 

Sure (A'râf Suresi), 158. Ayet

(Ey Muhammed!) De ki: "Ey insanlar! Şüphesiz ben, yer ve göklerin hükümranlığı kendisine ait olan Allah'ın hepinize gönderdiği peygamberiyim. O'ndan başka hiçbir ilah yoktur. O, diriltir ve öldürür. O halde Allah'a ve O'nun sözlerine inanan Resûlüne, o ümmî peygambere iman edin ve ona uyun ki doğru yolu bulasınız."

 

*   *    *

 

Dr.Halil TAŞPINAR

 

TOPLUM SİGORTASI FİTRE VE SADAKA

 

“İyilik, yüzlerinizi doğu ve batı taraflarına çevirmeniz(den ibaret) değildir. Asıl iyilik, Allah’a, ahiret gününe, meleklere, kitap ve peygamberlere iman edenlerin; mala olan sevgilerine rağmen, onu yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışa, (ihtiyacından dolayı) isteyene ve (özgürlükleri için) kölelere verenlerin; namazı dosdoğru kılan, zekâtı veren, antlaşma yaptıklarında sözlerini yerine getirenlerin ve zorda, hastalıkta ve savaşın kızıştığı zamanlarda (direnip) sabredenlerin tutum ve davranışlarıdır. İşte bunlar, doğru olanlardır. İşte bunlar, Allah’a karşı gelmekten sakınanların ta kendileridir.” (Bakara 2/177)

Zekatla ilgili kavramlardan birisi, aslında zekatın da altında bulunduğu şemsiye kavram olan sadakadır. Sadaka kavramının aslı, doğruluk, doğru söz söylemek, doğrulamak anlamına gelen ‘sıdk’tır. Müslümanın Allah’ın emrine uymada gösterdiği doğruluğu (sadâkatı) ifade ettiği için ‘sadaka’ denmiştir. “Sadaka”, kişinin malından sırf Allah’ın hakkı olarak ayırdığı miktardır. Bir açıdan Allah’a sadâkatla bağlı olmayı ifade eder.

Aslında sadaka kavramı, hem zekat ve fitre, hem de nafile sadakalar için kullanılan genel bir kavramdır. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de ve hadislerde kullanılan sadaka kelimesi, mecburi zekat için kullanıldığı gibi, mecburi olmayan infaklar içinde kulanılır. Bu sebeple, sadaka kavramı, zekattan daha kapsamlıdır. Bununla birlikte “sadaka” kelimesi, genellikle mecburi olmayan nafile infak ibadeti için kulanılır. Bu anlamda sadaka, ne mecburi ve ne de miktarı ve ödeme zamanı tayin edilmiştir. Fakirlere verilen sadakanın tam karşılığı “infak fi Sebilillah/Allah yolunda mal harcamak”tır.

Sadaka, en geniş anlamıyla; Allah rızası için yapılan her iyilik, verilen ve harcanan her şeydir. Bir çok vacip ve nafile ibadeti, yardımı ve iyiliği içerisine almaktadır. Nitekim, mü’minin zekât vermesi sadaka olduğu gibi, müslüman kardeşinin yüzüne gülümsemesi bile bir sadakadır.

Sadaka vermek, çok büyük bir sevaptır. Sadaka, Müslümanların hayır hasenat yollarında birleşip kaynaşmalarını sağlayan manevi güç kaynağı olmuştur. Peygamberimiz (SAV) mü’minlerie sadaka vermeyi emredince sahabeden sadaka vermeye gücü yetmeyenler, Medine çarşısında su satıyorlar, bunun karşılığında kazandıkları hurmaların bir kısmını fakirere ve miskinlere vererek sadaka sevabına ulaşıyorlardı. Demek ki sadaka; ayrıca Müslümanları çalışmaya ve kazanmaya yönelten bir enerji kaynağı olmuştur. Hz. Peygamberin “ Veren el, alan elden üsütündür.” buyurması da ‘veren el olmaya’ helal yoldan çalışıp kazanmaya doğru harekete geçirmiştir.

Halk arasında fitre denilen sadaka-i fıtır, Ramazan ayının sonuna yetişen ve aslî ihtiyaçlarından başka en az nisap miktarı mala sâhip bulunan her Müslüman'ın vermesi vâcip olan mali bir ibadettir. Fıtır sadakası, ramazan orucunun farz olduğu hicri 2. yılın Şa’ban ayında, zekattan önce meşru kılınmıştır. Dini dayanağı ise hadislerdir. Abdullah b. Ömer’in rivayetine göre: “ Hz. Peygamber fıtır sadakasını 1 Sa’ (ölçek) hurma, ve 1 sa’ arpa olmak üzere köle, erkek, kadın, küçük ve büyüklere vermekle yükümlü kılmış ve insanlar (bayram) namazına çıkmadan önce verilmesini emretmiştir.” Buhari, Sahih, Zekat, 24/77; Müslim, Sahih, Zekat, 12/12.

Sadaka-i fıtır, insan fıtratındaki yardımlaşma ve dayanışmanın bir gereği olarak insan varlığının zekatı kabul edilmiştir. Bu nedenle sadaka-i fıtır’a, “can sadakası” veya “beden sadakası” da denilmektedir. Diğer taraftan fitre, yoksulların ihtiyaçlarının giderilmesinde, bayram gününün neşesinden onların da istifade etmelerinde önemli bir rol oynar.

Sadaka-i fıtır, borcundan ve aslî ihtiyaçlarından fazla olarak nisap miktarı mala sahip olan her Müslümana veririr. Bireyin sadaka-i fıtır ile mükellef olması için öngörülen zenginlik ölçüsü, zekatta aranan nisap yani 80.18 gr. Altın veya onun değerinde para ya da mala sahip olan her müslümanın kendisi ve bakmakla yükümlü oldukları kimseler için vermesi gereken vacip bir sadakadır. Ancak sadaka-i fıtırda, zekatta öngörülen, malın artıcı olması ve üzerinden bir yıl geçmesi şartı aranmamaktadır.

Sadaka-i fıtır, Ramazan Bayramı’nın birinci günü tan yerinin ağarmasıyla vacip olmakla birlikte, Ramazan ayı içinde de verilebilir. Hatta fakirlerin bayram ihtiyaçlarını karşılamaları için, bayramdan önce verilmesi daha iyidir. Bayramadan sonraya bırakması uygun değildir. Böylece yoksullar bayramdan önce ihtiyaçlarını karşılamış olurlar. Ancak Bayram sabahına kadar sadaka-i fıtır verilmemiş ise, Bayram günlerinde ödenmesi gerekir. Zamanında ödenmeyip sonraya kalan fitreler ise, mümkün olan ilk fırsatta ödenmelidir. Kişi fitreyi bizzat kendisi verebileceği gibi, vekaleten bir başkası ile de kendi adına verilebilir.

Hadislerde sadaka-i fıtrın miktarı, buğday, arpa, hurma veya üzümden bir sâ’ (yaklaşık 2.917 gram) olarak belirlenmiştir. Sadaka-i fıtrın bu sayılan maddelerden belirlenmesi, o günkü toplumun ekonomik şartları ve beslenme alışkanlıklarından kaynaklanmaktadır. Hz.Peygamber ve sahabe dönemindeki uygulamalar dikkate alındığında, sadaka-i fıtır miktarı ile, bir fakirin, içinde yaşadığı toplumdaki orta halli bir ailenin hayat standardına göre bir günlük yiyeceğinin karşılanmasının hedeflendiği anlaşılmaktadır.

Buna göre günümüzde sadaka-i fıtır, bir kişinin bir günlük normal gıda ihtiyacını karşılayacak miktar, ayni gıda yardımı olarak verilebileceği gibi, bunun değerinde nakit de verilebilir. Ancak fakirin yararına olanı tercih etmek daha uygundur. Ülke ve bölgelere göre geçim standartları farklı olduğundan, sadaka-i fıtır mükellefi kendi bulunduğu yere göre bir kişinin bir günlük normal gıda ihtiyacını karşılayacak miktar üzerinden sadaka-i fıtrını vermesi gerekir.

Fıtır sadakasının önemi, Abdullah b. Abbas’tan rivayet edilen bir hadiste: “Fıtır sadakasının, oruçluları gereksiz ve çirkin sözlerinden (günahlarından) arındırmak ve yoksullara gıda temini için gerekli bir ibadet olduğu” rivayet edilir. Ebu Davud, Sünen, Zekat,9/17.

Sadaka-i fıtır, zekat verilebilecek kimselere verilir. Zekat verilmesi caiz olmayan kişilere sadaka-i fıtır da verilemez. Zekat ve fitrenin kimlere verilebileceği Kur'an-ı Kerim'de belirlenmiştir. Bunlar; fakirler, düşkünler, esaretten kurtulacaklar, borçlu düşenler, Allâh yolunda cihada koyulanlar, yolda kalmış olanlar, zekat toplamakla görevlendirilen memurlar ve müellefe-i kulûb adı verilen, kalpleri İslam'a ısındırılmak istenen yeni Müslüman olmuş kimselerdir. Aldıkları zekat ve fitreleri bir fonda toplayıp bunu yalnızca Tevbe suresinin 60. ayetinde belirtilen yerlere sarf ettikleri bilinen ve kendilerine her bakımdan güvenilen kimseler eliyle yönetilen dernek, kurum ve yardımlaşma fonlarına zekat ve fitre verilebilir. Özellikle Türkiye Diyanet Vakfının ilgili fonlarına verilen ve burada biriken bu zekat ve fitreler yurt içinde ve yurt dışında ihtiyaç sahibi kişilere verilerek değerlendirilmektedir.

İslâm'da zekat ve fitrenin, kişilerin sınıf ve meslek gruplarına bakılmaksızın, kimlere verilip verilemeyeceği açıkça belirlenmiştir. Bu itibarla, belli bir geliri olduğu halde, bu geliriyle asgari temel ihtiyaçlarını karşılayamayan ve başka bir mal varlığı da bulunmayan kişilere zekat verilebilir.

Sadaka-i fıtrın,  bu sayılanlar dışında kalan kişi ve kuruluşlara verilmesi caiz değildir. Ayrıca zekat verilecek kişi, bu şartları taşısa bile; Ana, baba, büyük ana ve büyük babalarına, Oğul, oğlun çocukları, kız, kızın çocukları ve bunlardan doğan çocuklarına, Müslüman olmayanlara, Karı-koca birbirlerine, fitrelerini veremezler. Ancak Üvey anne, üvey baba ve üvey çocuklara zekat ve fitre verilebilir. Çünkü bunlarla zekat ve fitre veren kişi arasında usul ve füru ilişikisi olmadığı gibi zekat veren şahıs normal durumlarda bunlara bakmakla yükümlü de değildir.

Bu sene verilmesi gereken sadaka-ı fıtr miktarı  9.25 Tl’dir. Ramazan Bayramınız mübarek olsun.

BOLU DİYANET VAKFI  BOLU ŞUBESİ   FİTRE VE ZEKAT HESABI:

VAKIFBANK BOLU ŞUBESİ  :  TR 30000 15 00 158 00 72 86 74 78 48

 

 

YORUMLAR  (Toplam 1 yorum)

  • Dursun YILMAZ  (07.08.2013 11:11:22)

    Kuranı kerim henüz Türkçeye tercüme edilmediki biz okumak istesekte Türkçe dua okuyamayız.Birisi çıkıpta Kuranı kerimin türkçesi var deyip zır cahil olduğunu belli etmesin.Kuranı kerim henüz Türkçeye tercüme edilmedi.Kuranı kerim Türkiyede yorum ve mealden ibarettir.Bunların hiç biri tercüme yerine geçmez.Tercümede kelimelerin gerçek anlamları yazılır.

  • Yorum yazın!
     1250 karakter yazabilirsiniz

    Tabaklar Mah. Cumhuriyet Cad. İnci İş Merkezi No: 32 / 32 Bolu   Tel:   Faks: