• resmi ilanlar

Kendimize yabancılaşma

24/12/2014 13:00

İslam dininde Yahudilere ve Hristiyanlara benzememe noktasında konulan yasaklamalar, çoğunlukla, tevhid inancına aykırı olan veya bu inancı zedeleyebileceği düşünülen tutumlar ile başka din mensuplarına özel olan, onların kültürlerinde özel anlamı bulunan giyim, kuşam, ibadet ve davranış şekilleridir.

Hazırlayanlar: Harun Bakan – Kadir Öztürk

Bolu Express Gazetesi bundan böyle her hafta “Cuma Sohbetleri” yayınları ile okuyucularının karşısında. Bolu İl Müftülüğü vaizlerinden Harun Bakan ve Kadir Öztürk, vatandaşların dini konularda merak ettiği soruları yanıtlayacak, Kuran ve Sünnet çerçevesinde itikatten ibadete Müslümanları ilgilendiren sosyal ve kültürel birçok konuda siz okuyucularımızı aydınlatacak. 

“Cuma Sohbetleri”nin ilk bölümü “Kendimize yabancılaşma” ile “İslam dini yılbaşı kutlamalarına nasıl bakıyor?” başlıkları altında siz okuyucularla buluşuyor. Bu hafta Perşembe gününde başladığımız ve iki gün sürecek olan yazı dizisinin ilk bölümünde, İslam dininde Yahudilere ve Hristiyanlara benzememe noktasında konulan yasaklamalar ele alındı.

Bolu İl Müftülüğü vaizleri tarafından hazırlanan çalışmanın ilk günkü ayrıntıları şöyle:

 

ÖZENTİ (KENDİNE YABANCILAŞMA)

            Sıkıntılı geçen Mekke yıllarının ardından Müslümanlar, dinlerini serbestçe yaşayabilecekleri bir yurda kavuşmuşlardı. Hicret yurdu Medine, artık, Hz. Peygamber’e tabi olanların yeni vatanıydı. Aynı zamanda bu şehir, “tevhid” akidesini kabul eden müminlerin, bu inancı hayatlarının her alanına nasıl tatbik edeceklerini öğrendikleri bir ilim yuvasıydı. Zira baskı dolu yılların ardından Hz. Peygamber, kendisine inananlarla, Yüce Allah’ın dilediği gibi örnek bir toplum oluşturma fırsatı elde etmişti. Bu toplum, tüm hurafelerden, sapkın inançlardan arınmış, insanın yaratılışına uygun biçimde, bir olan Yaratan’ın rızasını arayan “Müslüman” toplumuydu. Bu yeni toplumda, İslam inancıyla bağdaşmayan her türlü şey, yerini İslamî olana bırakmalıydı.

Allah Resülü, Medine’de, insanların iki farklı günde oyun ve eğlence düzenlediklerine tanık olmuş, sebebini sorduğunda bu iki günün cahiliye döneminden kalma bayram günleri olduğunu öğrenmişti. Aslında sonbahar ve ilkbaharda kutlanan Mihrican ve Nevruz isimli bu bayramlar, İranlılara ait dini ve milli bayramlardı; ancak daha sonra çeşitli şekillerde diğer toplumlara da geçmişlerdi. Dolayısıyla Hz. Peygamber, başka bir inanç sistemine ait bu bayramların kutlanmasını hoş görmeyerek şöyle dedi: “Şüphesiz Allah sizin için o günleri onlardan daha hayırlı olan Kurban ve Fıtır (Ramazan) bayramlarıyla değiştirdi.”

Elbette ki yıllarca cahiliye karanlığında yaşamış insanların bir anda değişmesi, eski inançlarından sıyrılması, bu inançla yoğrulmuş örf ve adetleriyle bağlarını koparabilmesi mümkün olmamıştır. Nitekim Resulullah ile birlikte Huneyn’e, bir rivayete göre ise Hayber’e doğru yola çıkan Müslümanlar, heybetli, yeşil bir ağaca rastlamışlar ve Resulullah’tan bu ağacı kendileri için “zâtü envât” tayin etmesini istemişlerdi. “Uğurlu askı” manasındaki “zâtü envât”, müşriklerin her yıl yanına gelip kurban kestikleri büyük, yeşil bir sedir ağacıydı. Müşrikler, silahlarını bu ağacın üzerine asarak bir gün boyunca ibadet amacıyla orada kalırlardı. Muhtemelen Resulullah’a eşlik eden Müslümanlar, eski alışkanlıklarının etkisiyle böyle bir ricade bulunmuş, bunun bir petperest adeti olup İslam anancıyla bağdaşamayacağını düşünememişlerdi. İşte bu nedenle Allah Resulü onların isteğine şöyle karşılık verdi: “Sübhanallah! Sizin bu söylediğiniz, kavminin Musa’ya söylediği şu söze benzer: ‘… Ey Musa, bize o insanların taptığı tanrılar gibi bir tanrı yap…’”

Allah Resulü, yalnızca iman ve ibadet konularında değil cahiliyeye ait, İslam inanışıyla bağdaşmayan her konuda, inananları uyarmaya gayret etmiş, bu tür alışkanlıklarını günden güne terk etmelerine yardımcı olmuştur. Cahiliye yaşantısının vazgeçilmez bir unsuru olan “asabiyet”, yani soy birliğine dayalı ilişki biçimini reddetmiş, insanları bu dava uğruna savaşmaktan menetmiştir. Zira bütün inananları, “Allah’ın kardeş olan kulları” kabul eden İslam Dini’nde ne asabiyetin ne de daha gneiş kapsamlı olan ırkçılığın yeri yoktur. Asaletle övünmek, başkalarının soyuna dil uzatmak, yıldızları vesile edinerek yapmur beklemek, ölünün arkasından yüksek sesle ağlamak gibi alışkanlıkların cahiliyeye ait davranışlar olduğunu dile getiren Kutlu Elçi, İslam’da üstünlüğün ancak takva ile olduğunu belirtmiştir. Allah ile kulun arasına bir aracı sokmanın anlamsızlığını öğreten Resul-i Ekrem, en acılı zamanlarında bile müminin vakarla hareket edip isyana varan söz ve davranışlardan uzak durması gerektiğini 

Yüce Allah da Kur’an-ı Kerim’de İslam’ın nasıl bir din olduğunu beyan ederken geçmiş ümmetlerin yanlışlarını anlatmış, aynı hataya düşmemeleri hususunda inananları uyarmıştır. “İman edenlerin Allah’ı anması ve O’ndan inen gerçek sebebiyle kalplerinin ürpermesi zamanı daha gelmedi mi? Onlar daha önce kendilerine kitap verilenler gibi olmasınlar. Onların üzerinden uzun zaman geçti de kalpleri katılaştı. Onlardan birçoğu yoldan çıkmış kimselerdir.” Diyerek onların yolunda yürümenmelerini öğütlemiştir. Hristiyanların, Allah emretmediği halde “ruhbanlığı” ortaya attıklarını ve O’na çocuk isnadında bulunduklarını hatırlatmış; Yahudilerin de Allah’ın koyduğu yasakları çiğneyerek peygamberlerini öldürdüklerine dikkatleri çekmiştir.

Resulullah, Yahudilerin yaptığı gibi saçların etrafının tıraş edilip üst kısmının bir bulut şeklinde bırakılmasını hoş görmemiştir. “Yahudiler ve Hristiyanlar (ağarmış saç ve sakallarını) boyamazlar, onlara muhalefet ediniz.” uyarısında bulunmuş, “Bizden başkalarına benzemeye çalışanlar bizden değildir. Yahudi ve Hristiyanlara benzemeyin! Yahudilerin selamlaşmaları parmak işaretiyledir; Hristiyanların selamlaşmaları ise el ile işaret etmekten ibarettir.” buyurarak Müslümanlara özgün bir yaşam biçimi önermiştir. Onun bu uyarılarını iyi anlayan ve benimseyen ashab da bu anlayışla hareket etmiştir.

İçinde bulunduğu toplum ve onları kuşatan zaman dilimi hesaba katıldığında Resulullah’ın başkalarına benzememe hususundaki tavsiye ve uyarılarının önemi daha iyi anlaşılacaktır. Zira pek çok kadim din ve kültürün olduğu bir ortamda İslam’ın ortaya çıkması, baştan sona her şeyi şekillendirmesi ve saflığın, özgürlüğünü koruyarak oluşumunu tamamlayabilmesi, ancak her türlü zararlı etkiden uzak kalarak mümkün olabilirdi. Bu nedenle, “Kim bir topluluğa benzemeye çalışırsa o da onlardandır.” buyurarak genel olarak başkalarına benzemekten ve onlara özenti duyup taklide yönelmekten inananları sakındıran Allah Resulü bu konuda oldukça hassas davranmıştır.

Örneklerde de görüldüğü üzere konulan yasaklamalar, çoğunlukla, tevhid inancına aykırı olan veya bu inancı zedeleyebileceği düşünülen tutumlar ile başka din mensuplarına özel olan, onların kültürlerinde özel anlamı bulunan giyim, kuşam, ibadet ve davranış şekilleridir.

Müslümanların, dinin özünde olmayan her şeyden uzaklaşarak “saf” bir şekilde tevhid inancını gönüllerine yerleştirmelerini, hayatlarını bu anlayışa göre düzenlemelerini isteyen İslam Dini’nin reddettiği “yabancılaşma”, fıtrattan uzaklaşma ve esasında bireylerin kendi tabi özlerine yabancılaşmasıdır. Koyulan emir ve yasakların tamamı, kişiyi yaratılışına aykırı hallerden koruyarak onun özüne uygun bir tarzda yaşamasını temine yöneliktir.

Zira Hz. Peygamber’in, “Her doğan çocuk fıtrat üzere doğar. Sonra ana babası onu Yahudi, Hristiyan veya müşrik yapar.” hadisiyle ifade ettiği üzere iyiye eğilimli tertemiz bir fıtratla doğan her bebeğin düşünceleri, inancı ve yaşantısı ailesiyle ve çevresiyle şekillenir. İşte ilahi dinlerin gönderiliş gayesi de insanı “doğru yol”a ileterek yaratılışına uygun bir şekilde, yanlış yönlendirmeleri ilahi vahiyle bertaraf ederek dosdoğru yaşamasını temin etmektir. Bu dinlerin son halkası olan İslam’ın koyduğu sınırlar çerçevesinde yaşayan kişi, kendi doğasına, kainata ve Yaratan’ına yabancılaşmaktan kurtulacak, hem dünya hem de ahiret saadetine erişebilecektir. Bu yüzden bir müslümandan gün boyunca kıldığı her rekatta aynı dua ile Rabbine yakarması istenir: “Bizi doğru yola ilet! Kendilerine lütuf ve ikramda bulunduğun kimselerin yoluna; gazaba uğramışların ve sapmışların yoluna değil.( Hadislerle İslam 3. cilt 641. sayfa)

 


 

 


Ebu Davud, Salat 239.

Tirmizi, Fiten 18.

Araf, 7/138; Tirmizi, Fiten 18.

Müslim, İmare 57.

Müslim, Birr 23; Hucurat, 49/10.

Müslim, Cenaiz 29.

İbn Hanbel, V, 411.

Bakara, 2/286; Tirmizi, Sıfatü’l-kıyame 59.

Müslim, Cenaiz 15.

Al-i İmran, 3/19, 187;  Nisa, 4/46.

Al-i İmran, 3/105.

Hadid, 57/16.

Hadid, 57/27.

Bakara, 2/216.

Nisa, 4/155.

Buhari, Libas 72.

Buhari, Libas 67.

Tirmizi, İsti’azan 7.

Ebu Davud, Libas 4.

Müslim, Kader 23.

Fatiha, 1/6-7.

İlk yorum yapan siz olun!
 1250 karakter yazabilirsiniz

Tabaklar Mah. Cumhuriyet Cad. İnci İş Merkezi No: 32 / 32 Bolu   Tel:   Faks: