• resmi ilanlar

KENDİM ETTİM KENDİM BULDUM

23/01/2015 00:00

-

-Durum ne doktor bey? Bilmem lazım? Yolunda gitmeyen şeyler var..Ben de ne var?  Lütfen boşuna saklamayın!

-Peki,  çok geç kalmışsınız. İleri derecede akciğer kanserisin? Her yana dağılmış meret, akciğer kanseri  vücudun diğer bölgelerine de yayılım göstermiş, ana tedavide genellikle cerrahi uygulama yapamayacağız,diğer metodları uygulayacağız” diyebildi doktoru.

Doktor kısık gözlerle tüm tahlillere, röntgen verilerine ve kan değerlerine bakıyor, çaresizliğin hipokrat yeminlerindeki acizliğin merkezinde yalpalıyordu.

Hanımın boğazına tıkanmıştı bu akciğer kanseri lafı, Olduğu yere yığıldı kaldı.

-Ya,  ben ne olacağım, diyebildi.

Genç kız babasına bir başka baktı:  

-Daha gelinlik bile giymedim baba, dedi ve kendi geleceğine üzülmeye başladı.

Oğlu desen daha küçüktü, O evde dünyadan bihaber, bilgisayarda oyunlarıyla meşguldü.

Babanın o anda, küçük kıyameti kopmuştu. Hiçbir şeyi anlayamıyor, göremiyordu.  Şaka mıydı?  Rüya mıydı  bu duydukları, inanamıyordu.

***

Amerikalılara ait olan o yabancı isimli hastaneden  ev iznine gönderildi. Morali iyiden iyiye bozulmuştu.  

Balkona çıktı. Adam bir nefes daha çekti elindeki cigarasından

Dumanını savurdu taa ötelere,

Çocukluğunu hatırladı, şöyle bir o yıllara uzandı.

Çok sevdiği çocukluk arkadaşı Fethi, sigarayı yakıp verdiğinde, dudaklarındaydı o zehir illeti,

Büyük adam olduklarını sanmışlardı o yıllarda,

Hele babası kızdığında, kulağı çekildiğinde adam yerine konmuştu ilk kez, çok ta hoşuna gitmişti. 

Annesi,  babası çocuğu döver diye saklamıştı, sigara içtiğini bilmesinini gizlemişti!

Hele okulun tuvaletinde saklı saklı sigara içip hocaya yakalanmamak ne büyük keyifti o yıllarda,

Kızlara, arkadaşlarına hava atmak ta cabası tabi ki.

İçmişti işte bir kere, şimdide pişmanlıklar dehlizinde tek başına çaresizdi

***

Çocukluk arkadaşından ilk kez tiksinmişti, babasının kafasını kırmamasına kızdı o an da, annesi neden pısırıktı, neden saklamıştı ki, keşke o zamanlar babasından üç öğün dayak yeseydi .

Okulda hocalarını, sokakta arkadaşlarını, yüreğinde de o zamanki yavuklusunu suçluyordu.

Şarkılara lanet etti o zaman. O çok sevdiği hayranı olduğu sanatçı demiyor muydu, “benim en iyi dostum içkim sigaram, onlarda terk ederdi olmasa param” Oysaki Tanju isimli o sanatçıyı da  alkol ve sigara,  genç yaşında kara toprağa göndermişti!  

Bir ara siyasileri de suçlamaya başladı. Sigara içmenin cezası, keşke 6 ay hapis olaydı. Hiç olmaz sa hücrede sigara içemez, bırakmış olurdu. O zaman da çoluk çocuğumla eşimle bir olur, mezara girmekten daha iyi olurdu dedi kendi kendine. Bunalımlardaydı!   

İrkildi, kendi kendini suçladı sonra, çok aptalmışım, dedi,

Evet, aptallıkmış!

Parasını el, dumanını yel, zehri kendine kalmış, bir de çaresiz akciğer kanserine yakalanmıştı.

Hiç kimse de o kadar umursamamıştı hastalığını. Ateş düştüğü yeri yakıyordu!

Dünya gene dönüyordu, Oysaki bir zamanlar fener şampiyon olamadığı için ne çok içmişti, ne çok streslere girmişti! Sigarayla birlikte hep feneri, fener maçlarını beklemişti! 

Gençken,  gençlik duygularıyla hesaplaşmaya başladı kanser olan adam,

O basık gece klüplerinde, kırmızı beyaz mavi ışıklı barlarda, yudum yudum içtiği “aslan sütü”(!)nün yanındaki yabancı menşeli cigara muhabbetleriyle, medeniyet(!) denilen viskili geceleri hatırladı. En kıymetli zamanlarını, parasını vererek, kendine ait olan hazine değerindeki zamanını harcamıştı.  Gençliğini nerede harcadığını hatırlamaya çalıştı,

O an kendi, kendinden utandı,

 

Yakışıklıydı, parası pulu vardı,  bazı bayanlar ona bir başka bakıyor, yanına sokuluyor,  nefsi nefesleriyle bir başka dokunuyor, genç adamda bundan büyük keyf alıyordu.  

Komşusu aç mı tok mu bilmiyor, hiç zekât vermiyor, yetim öksüz sevindirmiyor, hiç ölmeyecekmiş gibi yaşıyor, gençliğini nerde harcadığını hatırlamıyor, kazandığı paraların kaynaklarının helalden mi haramdan mı olduğunu düşünmüyor, halini ilmihale uydurmuyordu. Hali,  tam ilmihal üzere olmamıştı. 

Bir zamanlar, namazlarımı sonra kılar, bir de hacca giderim diye söz vermişti ama şimdi, bu hastalıktan artık zamanı da yoktu, 

Çocukların tatili, yazlık kışlık evleri, eğlence partileri,  evi köyü ekmeği için geceler boyu, ne çok çalışmıştı, Ailesi için öyle ki başta kendini çok ihmal etmişti.

Daha doğrusu kendini hiç tanımadan bir ömür sürmüştü. Kendine kendisi kırıldı. Çok pişmandı çok… 

Gecenin ilerleyen saatlerinde adam sonsuz bir boşluk içinde boş boştu,

Uykudaki eşine baktı,  o rahat uyuyordu.   Ya Çocuklar, onlar da deliksiz bir uykuda…

Aynada kendine baktı korktu akıbetinden,  Lanet olsun sigara dedi kendi kendine,

Eşi ve çocukları mışıl mışıl uyurken, ciğerlerindeki kerpetenlerle çekiştirilen broşlardaki dayanılmaz ağrıyla birlikte, nefesi kesildi. Kendini daha da yalnız hissetti.

Geriye doğru hayatına baktı, sanki hiç yaşamamıştı. Ah ne olurdu, o delikanlılık yıllarına bir dönebilse,  bir imkân daha verilse,  o katilini,eline alıp bir de içer miydi?

İçi yandı, o gençlik yıllarına. Pişmanlıkla kafasını duvara, yumruğunu kapıya vurdu.

Gözünün önündeki O anları, anıları, çaresiz gözyaşlarıyla ıslatmaya çalıştı. Çaresizliğine ağlıyordu!

***

Can sıkıntısıyla çatı arasına çıktı, çatı arasında eşyalar da kendisi gibi darmadağan perişandı!

Kaderleri ortaktı.  Her şey bir orada bir burada. Eşyalar gibi beynini de ağlar ve kirler sarmıştı.

Bir kitap düşmüştü yere, kitaba eğildi,  eline aldı.

Adı, Herkese Lâzım Olan Îmân’dı. Yazarı Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî, mütercimi Kemahlı Feyzullah Efendi, Hakikat Kitapevi yayınlarındandı. Eliyle bu kitabı hürmetle sildi. Kapağını çevirdi. Olduğu yere oturdu. İlk satırını okumaya başladı.

***

Sabaha doğru kitabı bitirdiğinde, Allahütealâ’ya imanın her şeyden daha çok önemli olduğunu kavradı.  Ne serveti, ne geleceği ne de geçmişi artık bir değer ifade etmiyordu.

Hakikatin sadece Allahütealâ’ya iman etmek olduğunu, o haliyle yakîn olarak hissediyor, hücrelerine kadar iman ediyor, o gerçeği kabulleniyordu.

Çok tövbeler etti. Bir çürük hayattan gayrı nem kaldı, dedi kendi kendine,

İbadetlerindeki eksikliklerden dolayı kendine kızgındı.

Ondan kaçıp gene O’na sığınmaktan başka da nereye gidecekti,

En derin çaresiz ve tam bir teslimiyetle abdestini aldı. En saf ve en temiz haliyle Allahütealâ’yı andı.

Dizlerinin üzerine düştü.

Ona gideceğini artık yakîn olarak hissediyordu.

Diline O’nun adı dolandı, O’nu anıyordu.

Kelimeyi şehadet getiriyordu.

Farkında değildi, Sana geleceğim, beni affeder misin Allahım, 

Kendim ettim  kendim buldum, diyebildi.

Gözleri büyümüş, ince ince terler alnını kaplamış, ilk kez ötelerin ötesini görebiliyordu.

İhlâsla, “Allah” diyebildi. Kelime-i  şehadeti  o” Herkese Lâzım Olan Îmân” kitabının, bereketine tüm kalbiyle  söyleyebildi.

***

Yıllar önce İlk duman savrulmuştu ya, O dumanla, bir can daha anayurduna uçmuştu,

***

İmam,  bozuk ve teneke sesi çıkaran hoparlörden cızırtılarla çıkan bir ses tonuyla cemaate sordu: “rahmetliyi nasıl bilirdiniz?”

Cevap, bildiğiniz gibiydi.

 

İlk yorum yapan siz olun!
 1250 karakter yazabilirsiniz

Tabaklar Mah. Cumhuriyet Cad. İnci İş Merkezi No: 32 / 32 Bolu   Tel:   Faks: