• resmi ilanlar

CUMA SOHBETLERİ

26/02/2015 14:00

Bolu İl Müftülüğü vaizlerinden Harun Bakan ve Kadir Öztürk'ün hazırladığı "Cuma Sohbetleri"nin bu haftaki bölümü Bolu Express'te.

KARDEŞ ETİ YEMEK/ GIYBET

“Müslümanın, Müslümana malı, ırzı ve kanı haramdır. Kişiye Müslüman kardeşini hakir görmesi günah olarak yeter.”(Ebu Davud, Edeb 35).

Hanımları arasında, Hz. Peygamber’e en çok düşkün olan Hz. Aişe, Resulullah’la birlikte bulunduğu bir gün, mizacındaki kıskançlıktan mı, yoksa eşine olan aşırı sevgisinden midir bilinmez, Allah Rasülü’nün eşlerinden Safiyye bnt. Huyey hakkında hoş olmayan bazı sözler söylemişti. Safiyye’nin boyunun kısa oluşunu ima edercesine eliyle işaret ederek, “Ey Allah’ın Rasülü, sana Safiyye’deki şu hal yeter.”demişti. Her ne kadar masum görünse de bir insanı arkasından çekiştirme mahiyetindeki bu sözler karşısında Allah Rasülü, hemen Aişe’yi ikaz ederek, “Sen öyle bir söz söyledin ki, o söz denize karışsaydı denizin suyunu bozardı.” buyurmuştu.(Ebu Davud, Edeb 35).

Safiye validemizle ilgili olayda olduğu gibi, kişinin duyduğunda hoşlanmayacağı türdeki sözler, genel olarak ‘gıybet, dedikodu’ olarak bilinmektedir. İnsanın kalbinin kırılmasına, onurunun incinmesine, insanlar arasındaki sevgi ve saygı bağlarının incelmesine neden olduğundan gıybet şiddetle yasaklanmıştır.

Ashabıyla birlikte olduğu sırada onlara gıybetin ne olduğunu soran Hz. Peygamber, onların, “Allah ve Rasulü daha iyi bilir.” demeleri üzerine, gıybeti, “Kardeşini hoşlanmadığı bir şeyle anmandır!” şeklinde tanımlamıştır. Sahabilerden birinin, “Ya kardeşimde o söylediğim durum varsa ne dersin?” sorusuna ise, “Söylediğin şey eğer onda varsa gıybet etmişindir. Şayet yoksa ona iftira etmiş olursun.”cevabını vermiştir.(Müslim, Birr 70).

Gıybet, insanların dış görünüşleri veya fiziksel bazı kusurları ile ilgili olabildiği gibi, kişinin ailesi, soyu, ırkı, huyu, ahlakı veya diniyle alakalı da olabilir. Kişiyi kızdıran, kıran veya onurunu ve gururunu inciten lakaplar takmak da gıybete girmektedir.

Çoğu zaman insanın arkasından konuşarak sözle yapılan gıybet, kimi zaman da bir kaş göz hareketiyle, bükülen bir dudakla veya el kol işaretiyle, hatta göz kırpmayla da gerçekleşebilir.

Eğlence ve mizah gayesiyle veya şaka niyetiyle de olsa başkasını taklit etmek de gıybettir. Nitekim bir defasında Hz. Aişe, Allah Resulü’nün yanında birisinin taklidini yapmış, Hz. Peygamber ise onun bu davranışından hoşlanmayarak ona, “Elime dünyayı verseler bir başkasının taklidini yapmam, bundan asla hoşlanmam.” demiştir.(Tirmizi, Sıfatü’l-kıyame 51).

Gıybet bazen açıkça ifade edilmese de, yazıyla, imayla, kurnazca dile getirilen kinayeli sözlerle de gerçekleşebilir. Hatta gıybetin bu türü, kötü zan ve şüpheler uyandırabilmesi, dolayısıyla açıkça söylenmesinden daha tehlikeli durumlara sebep olabilir.

Gıybet, kolaylıkla gerçekleşebilen, zamanla sıradanlaşarak kişiyi rahatsız etmeyen ve insanlar arasında hızla yayılabilen bir hastalıktır. Önlem alınmadığında hem fert hem de toplum için çok daha ciddi sorunlara kaynaklık edebilmektedir. Gıybetle başlayan afetler zinciri insanlar arasında kin, nefret, düşmanlık, bozgunculuk meydana getirebilecek fiilleri tetiklemektedir.

“Kişiye günah olarak her duyduğunu söylemesi yeter.” buyuran Peygamber Efendimiz, insanların düşünmeksizin ağızlarından çıkıveren sözler sebebiyle cehenneme girebileceklerini bildirmiştir. Bu yüzden Allah Rasülü, gıybet konusunda oldukça titiz davranmış ve eşi Hz. Aişe’nin naklettiğine göre, ismini zikrederek kimse hakkında kötü konuşmamıştır. Bunun yerine, insanların olumsuz davranışlarını gördüğü zaman onları düzeltmek için, “İnsanlara ne oluyor da şöyle şöyle yapıyorlar?” gibi genel ifadeler kullanmayı tercih etmiştir. “Ya hayır söylemeyi ya da susmayı” emreden Allah Resulü, gıybet ve dedikodu yaparak kötü şeyler konuşmak yerine susmayı önermişve dilini bunlardan koruyabildiğinde kişinin cennete girebileceğini müjdelemiştir.(Ebu Davud, Edeb 80; Buhari, Rikak 23; Ebu Davud, Edeb 5; Buhari, Edeb 85; Tirmizi, Sıfatü’l-kıyame 50; Buhari, Hudud 19).

İslam dininde, insanların onurlarına dil uzatmak suretiyle saygınlıklarından koparılan her parça, onların etini yemek kadar iğrenç görülmüştür.

İnsan, gıybetle başkasını küçültmeye çalışırken kendisinin hem kullar hem de Allah nezdinde ne kadar küçüldüğünü düşünmeli, kendisi için söylendiğinde hoşlanmayacağı sözleri başkaları için söylemekten çekinmelidir.

Gıybet etmek suretiyle kardeşinin hakkına girmiş olan kişinin hem kardeşinden hakkını helal etmesini istemesi hem de kul hakkına sebep olduğu için Rabbinden af dileyip tevbe etmesi gerekmektedir. 

İCRA YOLU İLE HACZEDİLMİŞ MALLARIN SATIN ALINMASI CAİZ MİDİR?

Alacaklının hakkının korunması açısından borçlunun mallarının satılması gerekebilir. Peygamberimiz (s.a.s.) borcunu ödeyemeyen Muaz b. Cebel’in malını borcu karşılığında satmıştır (Beyhakî, es-Sünenü’l-Kübrâ, VI, 48). Halife Hz. Ömer de hac yolunda ticaret yaparken iflas eden bir kimsenin kalan mallarının, alacaklıları arasında taksim edilmesine hükmetmiştir (Muvattâ, Vasiyet, 8).

Bu uygulamaları esas alan İmam EbûYûsuf, İmam Muhammed, İmam Mâlik ve İmam Şâfiî, alacaklıların talepte bulunmaları halinde hâkimin müflis borçluyu haczedebileceğini söylemişledir (Merğinânî, el-Hidâye, III, 285, Mecelle, md. 998).

Haczedilen malın, değerinin çok altında satılması halinde ise; Hanefilerden İbnÂbidîn akdin fasit olacağını (İbnÂbidin, Reddü’l-muhtâr, V, 59), Şâfiî âlimlerden Nevevî ise geçerli olmakla birlikte bu malın satın alınmasının mekruh olacağını söylemiştir (Nevevî, Ravdatü’t-tâlibîn, III, 418; el-Mecmu’, IX, 162).

Şâfiî mezhebindeki ağırlıklı görüşe göre ise satışın rayiç bedelle yapılması gerekir. Müşteri çıkmazsa satış ertelenir (Şirbînî, el-Muğnî, II, 150). Gerektiğinde mal en uygun fiyat verene satılır (Hâşiyetü’l-Büceyremî ala Şerhi Menheci’t-tullâb, II, 410; Zekeriya el-Ensârî, Esne’l-Metâlib, II, 189).

 

Sonuç olarak, piyasa değerinde veya ona yakın bir fiyatla satılan hacizli malları satın almakta bir sakınca yoktur. Böyle malların, değerinin çok altında satılması durumunda satış akdi geçerli olmakla birlikte bu, borçlunun mağduriyetinden yararlanmak anlamına gelir. Bu sebeple hacizli malı satın almak durumunda olan kimsenin fiyatlandırmayı mümkün mertebe borçlunun mağduriyetini azaltacak şekilde gerçekleştirmesi hakkaniyete uygun olur.

KALBİ KEMİREN KURT / TECESSÜS


 


"Gün gelecek, dilleri, elleri ve ayakları yapmış oldukları bütün kötülükleri tek tek bildirerek aleyhlerine şahitlik edecektir."(Nûr 24/24)



Rivâyet olunur ki, Hz. Ömer (r.a.), Medîne-i Münevvere'de, emniyet ve âsâyişi temin için, geceleyin sokakları bizzat dolaşırdı. Bir gece bir evde şarkı söyleyen bir adamın sesini işitti. Duvardan aştığı gibi içeri girdi. Baktı ki; adamın yanında bir kadın, bir de şarap var!

Bu vaziyet karşısında Hz. Ömer (r.a.);

— Ey Allâh'ın düşmanı, dedi, sen günah işleyeceksin, Allah da seni muhakkak örtecek mi sandın?

Adam,

— Sen de acele etme, ey mü'minlerinemîri!dedi. Ben bir günah işledimse, sen üç türlü günah işledin:

1. Allah Teâlâ, “Tecessüs edip ayıpları-eksikleri araştırmayın” buyurdu, sen ise gizliliği araştırdın.

2. Allah Teâlâ “Evlere kapılarından girin” (Bakara, 2/189 ) buyurdu, sen duvardan aştın.

3. Allah Teâlâ, “Kendi evlerinizden başka evlere, geldiğinizi fark ettirip, ev halkına selâm vermedikçe girmeyin” (Nur 24/27) buyurdu. Sen ise, benim evime izinsiz girdin.

Bunun üzerine Hz. Ömer (r.a.),

— Nasıl, şimdi sizi affedersem, sizde hayır var mı? Yani sen de beni affeder, tevbe eder misin? dedi. Buna mukabil o adam da,

— Evet, deyince, o şekilde bırakıp çıktı ve gitti. (Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, Eser Kitabevi İst., VII, 208)

İnsan, Allah'ın yeryüzünde değer verdiği ve bütün canlılardan üstün kıldığı bir konumdadır. İnsanın bizzat kendisi değerli olduğu gibi, şânı, şerefi ve haysiyeti de değerli ve üstündür. Hangi şekilde olursa olsun, onun tahkir edilmesi, ayıplanması, kusurlarının veya duyulmasını istemediği fiillerinin, özel durumlarının vs. araştırılarak, sağa sola taşınması ve açıklanması da yasaklanmıştır.

Cenab-ı Hakk, "tecessüs"ü (başkalarının eksiklerini araştırmayı) şu beyanlarıyla yasaklamıştır.

"Ey iman edenler! zandan çok sakının. Çünkü zanların bir kısmı günahtır. Birbirinizin gizli hallerini araştırmayın. Kiminiz kiminizi gıybet etmesin. Hiç sizden biriniz ölmüş kardeşinin cesedini dişlemekten hoşlanır mı İşte bundan hemen tiksindiniz! Öyleyse Allah'ın azabından korkun da bu çirkin işten kendinizi koruyun. Allah tevvabdır, rahîmdir (tövbeleri kabul eder, merhamet ve ihsanı boldur). " (Hucurât, 49/12)

Buradaki "birbirinizin gizli hallerini araştırmayın" emri, insanların sırlarını, gizli yönlerini araştırmayın, birbirinizin kusurlarını soruşturmayın, başkalarının hal ve hareketlerini araştırmayın demektir.Bu hareketler ister su-i zandan dolayı yapılsın yahut kötü niyetle birine zarar vermek için yapılsın veya sadece kendi merakını gidermek için yapılsın, her durumda da dinin yasakladığı şeylerdir.

Başkalarının üzerine perde çekilmiş hallerini araştırmak, o perdenin arkasına uzanarak kimin ne ayıbı var, kimin ne kusuru var, kimin ne biçim gizlenmiş hataları var diye öğrenmeye çalışmak, bir Müslüman'ın işi değildir. İki kişinin özel konuşmasına kulak kabartmak, komşuların evlerinin içini merak etmek, çeşitli yollarla başkalarının aile hayatını veya onların şahsi davranışlarını araştırmak büyük bir ahlâksızlıktır ve bir- çok kötülüğe sebebiyet verir. Bu bakımdan Hz. Peygamber (s.a.s.), bir hutbesinde bu kimselerle ilgili olarak şöyle buyurmuştur:

"Ey diliyle Müslüman olup da, kalbine iman nüfuz etmemiş münafıklar! Müslümanlara eziyet etmeyin, onları kınamayın, kusurlarını araştırmayın. Zira kim Müslüman kardeşinin kusurunu araştırırsa, Allah da kendisinin kusurlarını açığa çıkarır. Allah, evinin içinde dahi olsa böylesini rezil rüsvay eder."(Ebû Davud, "Edeb," 35)
Başkalarının gizliliklerinin araştırılmaması, dilden dile dolaştırılmaması, dolayısıyla onların ayıplanıp toplum huzuruna çıkamayacak bir konuma düşmemeleri ve dolayısıyla insanların kendisinden emin olduğu bir konumda bulunmaları, o kadar önemlidir ki,Tecessüsü yapanların düşecekleri kötü durumu vurgulamak için, bu kimseler "veyl olsun” “Yazıklar Olsun Onlara!"  tehdidiyle ihtar edilmişlerdir.  Hz. Peygamber (s.a.s)de, "Gerçek Müslüman, elinden dilinden Müslümanların emniyet ve esenlikte olup (zarar görmedikleri) kimsedir."
(Buhârî, "İman", 4) buyurmuş, iki çene ve iki apış arası konusunda söz verip sözünü yerine getirene Cennet'te kefil olacağını(Buhârî, "Rikak", 23) bildirmiştir.

Bu hususla ilgili şu nebevî beyan da oldukça önemlidir: "Âdemoğlu sabaha erdi mi, bütün azaları, dile temenna edip: 'Bizim hakkımızda Allah'tan kork. Zira biz sana tâbiyiz. Sen istikamette olursan biz de istikamette oluruz, sen sapıtırsan biz de sapıtırız!' derler
." (Tirmizî, "Zühd", 61) "Allah'a ve âhiret gününe inanan kimse ya hayır konuşsun ya da sussun." (Tirmizî, "Kıyâmet", 51) Peygamber Efendimiz (s.a.s.) Mi'rac'a çıktığında, orada bir kavmin yanından geçerken, onların demirden tırnaklarla yüzlerini ve göğüsler-ini yırtıp kanattık-larını görünce, Cibril'e bunun sebebini sormuş, o da bunların, insanları çekiştiren ve onların gizliliklerini ortaya çıkaran kimseler olduklarını söylemiştir. (EbûDâvûd, "Edeb", 35; Ahmed b. Hanbel, 3/224.)

Velhâsıl, mü’mine yakışan ahlâk; başkalarının eksiğiyle-gediğiyle meşgul olmak değil, kendi kusur ve nok-sanlarını ikmâl ve itmam etmeye gayret etmektir.Keza idarecilik/yöneticilik/organizatörlük/moderatorluk (küçük veya büyük fark etmez) pozisyonunda olanların da, sorumlusu bulundukları kişi veya işleri murâkabe/teftiş/kontrol ederken hiçbir sûrette hukukî ve ahlâkî usûllerin dışına çıkmamaları lâzımdır. Aksi takdirde, kaş yapayım derken göz çıkarmak işten bile değildir.

Konumuzu, bir hikmet erbâbının sözleriyle noktalayalım:“Başkalarının gizli olan ayıplarını ortaya serme. Cemiyet nazarında onları sevimsiz, kendini de itimatsız edersin.”

 

 

İlk yorum yapan siz olun!
 1250 karakter yazabilirsiniz

Tabaklar Mah. Cumhuriyet Cad. İnci İş Merkezi No: 32 / 32 Bolu   Tel:   Faks: