Bundan 70-80 yıl öncesinin Ramazanlarında İstanbul’un bütün câmilerinde ve konaklarda kılınan terâvih namazlarında uygulanan, ancak daha sonra unutulup büyük camilerden bile kalkan bir gelenek. Anadolu’da da benzer şekillerde kılınan Terâvih namazının her dört rekatının, Türk mûsikîsinin değişik makamlarında edâ edilmesini ve bu makamlarda bestelenmiş ilahilerle süslenmesini içeren ve adına “Enderûn Usûlü” denilen gelenek şimdi yeniden gündeme gelerek kültür hanemizdeki yerini alacaktır.
Köklü Ramazan geleneklerimizden biri olan, geçmişi Osmanlı Sarayı’nın entelektüel yüzü Enderûn’a dayanan, Ramazan ayına özel “Terâvîh Tertîbi ve Cumhur Müezzinliği” uygulaması, Ramazan Mûsikîsi ve Bayram Sabahı ritüelinin eğitiminin yapılarak gerçekleştirilmesi, yapılacak her icrânın kayıt altına alınması, gelecek kuşaklara aktarılması, yeni uygulayıcıların yetiştirilmesi, ibâdet hayatımızdaki kültürel zenginliğin devamlılığına ve ihyâsına önemli bir katkıda bulunacaktır. “Enderûn Usûlü Teravih” uygulaması ve “Cumhur Müezzinliği”nin uygulayıcılarının yetiştirilerek 2010 Ramazan’ında 29 gün boyunca uygulanması, geleceğe yönelik güzel bir hareket noktası oluşturacaktır.
Örnek ilahi ve zamm-ı süre tertipleri, örnek ezan, salâ, temcid ve ramazâniyeler ile terâvih namazındaki tervîhalarda (dinlenmelerde) okunacak ramazan ilâhilerinden oluşan bu çalışmamız pek çok yeni uygulayıcıya kılavuzluk edecektir.
Tarihçe
Enderûn usûlü terâvih namazı, Osmanlı iç teşkîlâtında, sarayda, Hırka-i Saâdetde, saray câmileri ve mescitlerde, selâtîn câmileri başta olmak üzere büyük câmilerde ve dergâhlarda uygulanmış, Anadolu’ya da yayılmış bir dînî gelenekdir.
Kaynağı Buhûrîzâde Mustafa Itrî Efendi’ye (1712) dayandırılan bu usûlün târihte saray câmileri dışında uygulamasının en yaygın olduğu yer ise Eyüp Sultan Câmii’dir. Bunun en büyük ıspâtı ise, en çok Ramazan eserine sahip bestekârların “Eyyûbî” lâkâbını taşımasıdır.
Bu usûlü ve tertipleri anlatan bilgilerin hocadan talebeye şifâhî olarak intikâl etmesi nedeni ile yazılı kaynaklar oldukça kısıtlıdır. Bu sahadaki bilgilerin çoğu, bu tür uygulamalara şahit olan kişilerin hâtırâları arasında yer alan küçük çaplı bilgilerden ibârettir. Ancak sözlü kültür aktarımı yolu ile pek çok sayıda mûsikî eserinin günümüze intikali dikkate alınırsa, anlatımla günümüze ulaşan bilgiler hiç de azımsanacak boyutta değildir.
Bununla beraber 1831 senesi ayında ramazanın ilk gecelerinden birinde sarayda kılınan bir terâvih namazı târihî bir vesika niteliğindedir. Mûsikîde üst düzeyde besteler yapabilecek kadar mûsikî bilen bir pâdişah olan Sultân II.Mahmud’un da bulunduğu namazda, Saray başimâmı, yüksek kâbiliyeti ve üstün kırâati ile Kur’ân-ı Kerîm okuyan Zeyne’l Âbidîn Efendi, saray başmüezzini Türk Mûsikîsi’nin dâhîlerinden biri, Hammâmîzâde İsmâîl Dede Efendi’ dir.
Cumhur müezzinler ise Dellâlzâde, Şâkir Ağa, Mutafzâde, Eyyûbî Mehmed Bey’dir. Bu meclis aynı zamanda ileride bahsedeceğimiz üzere Ferahfezâ makamının da ihyâsına vesîle olmuştur.
Yakın Tarihimizden
O tarihlerden günümüze doğru gelindiğinde uygulamanın ve bilgilerin azaldığını görüyoruz. Mehmet Niyâzî 1998 yılında bu konuda kaleme aldığı yazısında:
“İlk defa cumhur müezzinlikle Enderûn usûlü terâvih namazının nasıl kılındığını öğrendiğimde İstanbul’daki tatbikâtını da merak etmiş görmek istemiştim. Haluk Dursun’un “İstanbul’da Yaşama Sanatı” adlı eserinde de bahsedildiği gibi, dînî mûsikînin üstadlarından Neyzen Niyazi Sayın, Tanbûrî Necdet Yaşar, Kudûmzen Nezih Uzel gibi büyüklerle görüştüm. İstanbul’da hâl-i hazırda bu eski usûlde terâvih namazı kıldırabilecek imam ve müezzin efendilerin kalmadığını ifâde ederek “Geçti o günler bir hayâl oldu” dediler Mûsikî erbâbının güç beğendiğini, sanatçı tâifesinin kolay tatmin olmadığını bildiğimden işin peşini bırakmadım Bu sefer câmi muhitlerini iyi bilen kişilere sormaya, İstanbul’da mûsikîden anlayan sesi güzel imam ve müezzinleri araştırmaya başladım. Zâkirbaşılık da yapmış olan Nusretiye Câmiî imam ve hatibi Ziya Aykut Beyefendi ile müezzin, ehl-i Kur’ân ve mevlidhân olan Hâfız Fikri Aksoy Beyefendiler’in tekke mûsikîsini en iyi bilenlerden olduklarını öğrendim. Onlardan bilhassa Fikri Hoca’dan 1950’li yıllardan itibaren İstanbul’da bu işin nasıl ve kimler tarafından yapıldığını duymama rağmen el’an mevcut imam ve müezzinlerle bu işi sürdüren câminin kalmadığını bir kere daha te’yiden anladım. Sadece Karagümrük Cerrâhî Dergâhı’nda bu iş sürdürülüyordu. Hacı Hafız Hüseyin Tolan, Nuriosmâniye Câmiî’nde Dursun Çakmak, Nusret Yeşilçay, Fatihli Kardeşler İlâhi Grubu ve Üsküdar Aziz Mahmud Hüdai’de, içlerinde ebru üstadı Mustafa Düzgünman’ın da bulunduğu bir gurup, zaman zaman cumhur müezzinlikle Enderûn Usûlü terâvihler kıldırmalarına rağmen her akşam aynı şekilde devamlı olarak bu işi tatbik edebilen câmi kalmamıştı. Eyyûb, Fâtih, Süleymaniye Câmiîlerinde ara sıra uygulayanlar vardı ama dört başı mamur ve bi hakkın yapılması zor oluyordu.
Geçen sene Marmara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Câmiî’nde Tanbûrî Mehmet Ali Sarı’nın imamlığında ve bazı genç arkadaşlarının cumhur müezzinliğinde bir terâvihte bulunmuş ve o gün namazda bulunan Dursun Çakmak Hocaefendi’nin de hem imâmetin hem de müezzin mahfilinin iyi ses alıp verdiğini söylediğine şahit olmuştum.
Yine geçen sene Fenerbahçe Câmiî’nde Yunus Balcıoğlu, Neyzen Ahmed Şahin ve Mehmet Kemiksiz eşliğinde Enderûn usûlü terâvih kılınmıştı.
13 Ocak 1999 Çarşamba günü de İlahiyat Fakültesi Câmiî’nde İlhan Tok Hocaefendi’nin imâmetinde genç müezzinlerin eşliğinde yine tam mânâsıyla eski usûlde bihakkın namaz edâ edildi. Tabîi bu münferit hâdiselere dâhil olamayıp en azından nasıl yapıldığına şâhit olmak isteyen meraklılar için de Samanyolu TV de Kadir Gecesi en azından bir belgesel program olarak Türkiye televizyonlarında ilk defa mûsikîyle, makamla gerçek Kur’ân tilâvetinin nasıl yapılacağını gösteren bir örnek sergilendi. İlhan Tok Hocaefendi’nin imâmetinde arada İlâhilerle yatsının farzı Rast makamında kılındıktan sonra terâvihlerde arada ilâhilerle dörder rek’atda sırasıyla Isfahan, Sabâ, Hüseyni, Evc ve Acemaşîran makamında kılındı. Ardından vitr namazı da karcığar makamında eda edildi ve arada yine aynı makamlarda ilâhiler okundu. İşte bu şekilde en azından bu işin konu yapılması gerektiği bir örnek olarak gösterilmiş oldu.
Süleymaniye Câmiî Vakfiyesi’nde câminin müezzinlik kadrosunda 24 kişinin yer almış olduğunu görmekteyiz. Yalnız Osmanlı zamanında değil Cumhuriyette de “cumhur müezzin” adı verilen birden fazla müezzinin bulunduğu câmiler mevcuttu. 1950’ye kadar Eyüb Sultan Câmiî’nde 10 müezzin, Fatih, Sultanahmet, Beyazıd, Yeni Câmi ve Vâlide Câmiî’nde 9’ar müezzin yer almaktaydı Nûriosmâniye’de de 6 müezzin vardı Bugünlerde sayı 3’e kadar düşmüştür. Eski İstanbul’da hangi ezânın hangi makamda nasıl okunacağını, bırakın imam müezzin gibi din adamlarını, sıradan ahâlî, hele câmi cemâati çok iyi bilirdi. Sabah ezânı mutlaka Sabâ makâmında okunur, ancak arada Bestenigâr yâhut Dügâh çeşnisi kullanılabilirdi. Öğle ezânı uşşak yahut beyâtî (ki iki makam birbirine çok yakındır) olarak icrâ edilir, hele ikindi ezânı İstanbul’da mutlaka hicâz olurdu. Akşam ezânı İstanbul usûlünce Segâh ve Dügâh makamlarında, yatsı ise Rast okunurdu. Sabah salâsı, temcid ve Cumâ salâları Dilkeşhâverân, cenâze salâsı Hüseynî ve Segâh makâmında okunurdu.” der.
BİRİNCİ TERTİB
(Ramazan’ın ilk on gününde merhabâ diyen ilâhiler)
BESTEISFAHÂN İLÂHİ
Hamd ü minnettir sana ey Hâlık-ı kevn ü mekân,
Mürde diller oldu ihyâ, geldi şehr-i Ramazân.
Mazhar etti rahmetine kullarını Müsteân,
Mürde diller oldu ihya geldi şehr-i Ramazân
SABÂ İLÂHİ
Merhabâ yâ merhabâ yâ merhabâ yâ merhabâ,
Kıl kudûmunla müşerref kulların âh pür-hatâ
Şehr-i gufrân lutf u ihsânsın bize bâreklenâ,
Rabbenâ yâ rabbenâ vağfirlenâ verhamlenâ.
HÜSEYNÎ İLÂHİ
Şehr-i rahmet geldi ey dîl merhamet ummân olur,
Ümmet-i muhtâr-ı Mevlâ nâil-i ğufrân olur.
Nûr-i vahdet gülleri gülbün-i dîlde şân verir,
Verd-i ahmer-veş yüzü sâimlerin handân olur.
Rahmeder Bârî Te’âlâ Ümmet-i Muhammed’e,
Dergeh-i Mevlâ’ya ancak Ramazân derbân olur.
Lutfiyâ dârü’l emândır mihr-i rahmettir bu mâh,
Başımıza sa’ye salmış mâh-ı mihribân olur.
EVİÇ İLÂHİ
Şâd olur ümmet Muhammed geldiğinde Ramazân,
Gark olur envâ’-i nûra geldiğinde Ramazân,
Cümle mü’minler bu ayda durmayıp tevhid eder,
Sen de tesbîh et RIZÂ bu gün mübârek Ramazân.
ACEMAŞÎRÂN İLÂHİ
Nûr ile doldu yine kevn ü mekân,
Geldi lutf ile mübârek Ramazân.
Zeyn olup açıldı ebvâb-ı cinân,
Geldi hoş lutf ile şehr-i Ramazân.
İKİNCİ TERTîB
(Ramazan’ın ikinci on gününe âit afv, mağfiret ilâhileri)
ISFAHÂN İLÂHİ
Yâ Kerîm Allah bize kıl mağfiret,
Şehr-i Ramazân hakkı çün.
Kıl duâmız müstecâb,
Şehr-i Gufrân hakkı çün.
SABÂ İLÂHİ
Nûruna müştâk eyle,
Lâtfuna mazhâr eyle,
Kadrine âgâh eyle,
Cürmümü mağfur eyle.
UŞŞÂK İLÂHİ
Yâ Hannân Yâ Mennân Yâ ze’l cûd-i ve’l İhsân
Sebbit kulûbenâ ‘ale’l îmân ercû afveke ve’l ğufrân
(Nakarat)
Lâilâhe illallah Muhammedü’r Rasûlüllah,
Merhabâ merhabâ şehr-i sıyâm merhabâ,
Merhabâ merhabâ şehr-i Ramazan merhabâ
Evvel Hû Âhir Hû Zâhir Hû Bâtın Hû,
Kul Yâ Hû Yâ Hû Yâ Melikü Hak
Yâ Hû Yâ Hû Yâ Samedü
(Nakarat)
EVİÇ İLÂHİ
Yâ Rab bize ihsân et,
Vuslat yolunu göster.
Sûrette koma cân et,
Uzlet yolunu göster.
Nefsimi hevâdan kes,
Kalbimi riyâdan kes,
Meylimi sivâdan kes,
Halvet yolunu göster.
ACEMAŞÎRÂN İLÂHİ
Arz-ı hâl içûn
Sultân’a geldim,
Sâilem lûtf u ihsâna geldim,
Derd-i firâka dermân arardım,
Ben ol tabîbe dermâna geldim.