• resmi ilanlar

RAMAZAN SOHBETLERİ

10/07/2015 11:00

...

HELAL YEMENİN ÖNEMİ FAYDALARI

 

 

     “Ey insanlar! Yerdeki şeylerden helal ve temiz olmak şartıyla yiyin. Şeytanın adımlarına uymayın. Çünkü o hakikaten apaçık bir düşmandır. O, size ancak kötülüğü, hayâsızlığı ve Allah’a karşı bilmeyeceğiniz şeyleri söylemenizi emreder.” (BAKARA SURESİ – 168/169. AYETLER)

 

     Allah, yarattığı canlıları birbirinden farklı özelliklerle yaratmış ve durumlarına göre mükellefiyetler yüklemiştir. Şöyle ki; meleklerde akıl var fakat nefis yoktur. Onlarda yeme-içme ihtiyacı da yoktur. Akıllı olmaları itibarıyla bir takım vazifeler ve ibadetlerle de mükellef bulunmaktadırlar. Hayvanlarda nefis vardır ama akıl mevcut değildir. Nefis bulunduğu için onlarda cinsiyet farkı bulunmaktadır. Akıl bulunmadığından dolayı hayvanlarda hiçbir sorumluluk yoktur. İnsanda hem akıl hem de nefis vardır. Cinsiyet farkı, yeme-içme ihtiyacı vardır. Akıl bulunması itibarıyla insanda ibadet mükellefiyeti ve sorumluluğu bulunmaktadır. Canlıların hayatlarını devam ettirebilmeleri için yiyip içtikleri şeylere RIZIK denir.

     Yeme-içme hayatın gayesi değil, yaşamanın vasıtasıdır. İnsan yemek için değil, yaşamak için yemektedir. Bu ince farkı dikkatten uzak tutmayan mümin, rızık talep ederken, daima helal ve temiz olmasına dikkat edecektir. Önüne gelen her şeyi değil, dinimizce yasak olmayan şeyleri yiyip içecektir. Ehl-i Sünnet itikadına göre, bir insanın rızkını diğer bir şahsın yemesi mümkün değildir. Bir kimse kendisine tahsis edilen rızkı yiyip tüketmeden ölmez. Allah, bir ayette şöyle buyuruyor:

 

     “Yerde yürüyen hiçbir canlı hariç olmamak üzere rızıkları Allah’ın üstünedir.”  (HUD SURESİ – 6. AYET)

     Rızkın insana ulaştırılmasının Allah üzerine vacip gibi bir ifade ile açıklanması, kulun Allah’a tevekkül ve itimadını arttırması içindir. Bu vacip, “VACİP ALALLAH” değil, “VACİP ANİLLAH”tır. Yani Allah bunu kendi zatına vacip kılmıştır. Bu durum, Rabbimizin kereminin büyüklüğünü ve lütfunun genişliğini göstermektedir.

     Allah öyle bir rezzaktır ki, ana rahmindeki çocuğun, doğduğu zaman emeceği sütü onun doğmasından yaratmakta ve anasının göğsünde içilmeye hazır hale getirmektedir. Deniz içindeki balıkları, karla örtülü dağlardaki canlıları rızıksız bırakmayan Rabbimiz, eşref-i mahlûkat olan insanı yiyeceksiz bırakır mı?

     Dinimizin haram kıldığı bir işle kazanç temin eden bir kimseye o işi yapmaması tavsiye edildiği zaman: “Bu kazanç yolunu bırakırsam karnımı doyuramam, evimi evladımı idare edemem.” diyen bir kimsenin imanı tam değil, Rezzak olan Allah’a güveni tam değildir. Peygamberimiz (SAV),bizleri bu konuda şöyle uyarıyor:

     Huzeyfe (RA) şöyle anlatıyor: “Peygamberimiz (SAV) ayağa kalktı da: “Bana doğru gelin.” diye halkı huzuruna davet etti. Hemen O’na doğru yöneldiler ve gelip oturdular. Peygamberimiz (SAV),sonra şöyle buyurdu: “RabbülAlemin’in elçisi bulunan Cebrail (AS) benim kalbime: “Hiçbir canlı rızkını ikmal edip tüketmedikçe ölmez.” hükmünü ilka ve vahyetti. Şayet rızıkta bir gecikme olursa Allah’tan korkun ve rızkınızı talepte güzel hareket edin. Rızkın gecikmesi sizi Allah’a isyan ederek onu kazanma yolu tutmaya sevk etmesin. Şu muhakkak bir şeydir: Allah’ın katında olan şeye ancak ona itaatla erişilir.”

    Bu hadisi teyit eden diğer bir hadis te şöyledir:

 

     “Ey insanlar, hiç şüphe yok ki, zenginlik meta ve servet çokluğundan değildir. Fakat hakiki zenginlik, nefsin zenginliği olan gönül tokluğudur. Aziz ve celil olan Allah kuluna, onun için takdir olunan rızkı muhakkak verir. O halde rızkı talepte güzel hareket edin, helal olanı alın, haram olanı terk edin.”

İnsan, yiyeceklerini tozdan topraktan, mikroplardan uzak tutmaya hassasiyet gösterdiği gibi, şüpheli şeylerden sakınmakta da azami dikkat göstermelidir. Bu iş, tesadüflere bırakılmamalı ve ihmal edilmemelidir. Haram lokmanın ahiretteki sorumluluğunu bilen bir mümin, lazım gelen araştırmayı yapmalı, ilmine güvenilen kimselerden yiyecek ve içeceklerin haram ve mekruhlarını öğrenmelidir.

                  Bu mükellefiyeti, Peygamberimiz (SAV), şöyle hatırlatır:

     Enes b. Malik (RA)’ın rivayetinde, Peygamberimiz (SAV), şöyle buyuruyor: “Helali talep etmek ve gerekli araştırmayı yapmak, her Müslüman’ın üzerine vaciptir.”

Allah’ın, kullarına taksim ve tahsis ettiği rızkı bizim elde etmeye çalıştığımız gibi, rızık ta sahibini arar. İster yiyecek ve içecek, ister giyecek çeşidinden olsun rızık, sahibine nasip olacak zamanı bekler. Koyun kuzusunu, kuzu anasını nasıl arar ve bulursa, rızık ta merzuka ulaşmayı ister.

Bu durumu Peygamberimiz (SAV) şöyle açıklar:

     “Kişinin eceli sahibini araştırdığı gibi, rızık ta kulu arayıp bulmak ister.”

     Peygamberimiz (SAV)’in mübarek ağzından sadır olan bu teminat, kişinin inancını ve tevekkülünü arttırır. Böyle bir inanç ve teslimiyetten uzaklaşmış bulunan şahıslar, helal-haram araştırması yapmadan, eline geçeni cebine, önüne konulanı midesine indirir.Peygamberimiz (SAV), bu konuda bizleri şöyle uyarıyor:

     “Nefsim kudret elinde olan Allah’a yemin olsun ki, birinizin ipini alıp dağa gitmesi, odun toplaması, sonra onu sırtına alıp getirmesi ve satıp bedelini yemesi, halktan dilenmesinden hayırlıdır. Yerden toprak alıp ağzına koyması, Allah’ın haram kıldığı şeyi ağzına koymasından yemesinden, o kimse için daha hayırlıdır.”

     Haramdan sakınmada ne derece hassas davranmamız gerektiği hususunda bir örnek nakledelim:

     Sıddıklar zümresinin serdarı bulunan Hz Ebu Bekir (RA), kölesiyle bir anlaşma yapmıştı. Köle, kendi satış bedelini taksit taksit ödeyecek ve aralarında tespit edilen miktar tamam olunca hürriyetine kavuşacaktı. Kitabet Muamelesi denilen bu anlaşma gereğince, köle her gün taksidini getiriyordu. Bir gün de bir tabak hurma getirmişti. Hz Sıddık (RA), çanaktan bir hurma alıp yemişti. Bu sırada köle: “Efendim, bu hurmanın nereden geldiğini biliyor musunuz?” demişti. Hz Ebu Bekir (RA) durdu ve sordu: “Nereden?” Köle: “Birine fal bakmıştım. Bu işten pek anlamam amma, bir şeyler söylemiştim. O kimse de bana bu hurmayı verdi. Ben de günlük taksidimi ödemek üzere size getirdim.” dedi. Hz Ebu Bekir (RA) hemen dışarı çıktı, parmağını boğazına soktu ve öğüre öğüre midesini boşalttı. Daha sonra: “Ya Rabbi, bilgim haricinde mideme giden bu hurmadan içimde bir şey kaldıysa, ahiret hayatında beni bundan dolayı muaheze etme.” diyerek gözyaşları içinde dua etti.

     Saadet asrının insanları, haramdan ve şüpheli lokmadan şiddetle uzak duruyorlardı. O zamandan bu asra kadar geçen yıllar, insanların itikatlarını o kadar aşındırdı ki, “Haram-helal ver Allah’ım, senin kulun yer Allah’ım” sözü günümüz insanlarından bir kısmının felsefesi haline geldi. Tek düşüncesi, midesi ve kesesi olan insanlar, zenginleşme hevesiyle, İslam dininin yasakladığı şeylere fasit tevillerle cevaz biçmekte, haram yemekte ve içmektedirler. Peygamberimiz (SAV) şöyle buyuruyor:

 

     “İnsanlar üzerine öyle bir zaman gelecek ki, kişi tuttuğu kazanç yoluna aldırış etmeyecek, helalden mi haramdan mı demeyecektir.”

     Haramdan sakınmak, felaha sebep olur. Dinimizin yasakladığı şeyleri yiyip içenler, ahirette sorumlu oldukları gibi, dünyada da birçok zararlara uğrarlar.

Peygamberimiz (SAV) şöyle buyuruyor:

İbni Ömer (RA) rivayet ediyor: “Bir kimse on dirheme bir elbise satın alsa ve onun içinde bir dirhem haram para bulunsa, Aziz ve Celil olan Allah, o elbise bu kimsenin üzerinde bulunduğu müddetçe onun hiçbir namazını kabul etmez.” Peygamberimiz (SAV) bunları söyledikten sonra iki parmağını iki kulağı içine sokarak şöyle devam etti: “Peygamber (SAV)’i böyle söylerken işitmediysem, ey kulaklarım sağır olun.” demiştir. 

     Haramla kirlenmiş ve mülevves bir hale gelmiş bir ağızla yapılan duaları Allah’ın kabul etmeyeceğini Peygamberimiz (SAV) şöyle haber veriyor:

 

Ebu Hüreyre (RA) rivayet ediyor: “Allah, noksanlıktan münezzehtir ve ancak temiz ve ihlâsla yapılmış olanı kabul eder. Allah müminleri Peygambere emrettiği şeyle memur etmiş de şöyle buyurmuştur: “Ey Rasüller! Temiz ve helal olan şeylerden yiyin, güzel amel ve hareketlerde bulunun. Çünkü ben, ne yaparsanız hakkıyla bilenim.”  (MÜ’MİNUN SURESİ – 51. AYET) Ve diğer bir ayette de: “Ey İman Edenler! Size rızık olarak verdiğimiz şeylerin madden ve manen en temiz olanlarından yiyin.”  (BAKARA SURESİ – 172. AYET)  buyurdu. Sonra bir adamın halini misal olarak dile getirdi: Uzun sefere çıkar, saçları dağılır, yüzü ve üstü tozlanır. Ellerini uzatıp: “Ya Rabbi, Ya Rabbi” diye dua eder. Yediği haram, içtiği haramdır ve haram ile gıdalanmış, karnını doyurmuştur. Bunun duası nereden ve nasıl kabul olunacak.”

Bakara suresinin 168. ayeti, Peygamberimiz (SAV)’in huzurunda okunmuştu. Aşere-i Mübeşşere’den olan Sa’d b. EbiVakkas (RA) ayağa kalkarak: “Ey Allah’ın Rasülü! Beni duası kabul edilen kullardan kılması için Allah’a dua ediver.” dedi. Peygamberimiz (SAV) şöyle buyurdu: “Ey Sa’d, yediğinin helal ve temiz yap, duası müstecap kullardan olursun. Muhammed’in (SAV) canı kudret elinde olan Allah’a yemin olsun ki bir kul, bir lokma haramı midesine atacak olursa, kırk gün hiçbir ameli kabul olunmaz. Herhangi bir kulun eti haramdan aldığı gıda ile gelişmiş olursa ateş onu arıtmaya daha layıktır.”

     Bu hadis-i şerifte dikkat çekici iki husus var. BİRİNCİSİ: “Hiçbir amelinin kabul olunmayacağı” ifadesidir. İKİNCİSİ: Amellerin kabul olunmaması kırk günlük bir zamana bağlanmıştır.

     Şöyle ki: İnsan vücudunun dokularını meydana getiren hücrelerin kırk günlük bir müddeti vardır. Bir hücre, üç şeyden meydana gelir: 1-)Çekirdek   2-)Yumurta akı gibi sıvı bir madde  3-)Bunları kuşatan zar. Kırk günlük müddet dolunca, sıvının içinde bulunan çekirdek müstakil bir hücre haline gelmekte ve yenilenmektedir. İşte yenilmiş bulunan haram bir lokma bu hücrelere varasıya kadar vücudun tamamını kirletmektedir. Bedenin bu haram lokmanın kirinden temizlenebilmesi için kırk gün temiz ve helal gıda alması gerekmektedir. Bu arıtma muamelesine riayet etmeyecek ve haram yemeye devam edecek olursa artık o vücudun temizlenmesi TATHİRHANE-İ MASİYET olan cehennemde yanmaya kalmaktadır.

     Yeryüzündeki nimetlerin helal olanlarıyla yetinmek varken gayrı meşru yollara sapma, hayâdan mahrum olmayı gösterir ve bu hayâsızlık Allah’tan utanmamaktır. Allah’tan hakkıyla hayâ etmenin nasıl mümkün olacağını Peygamberimiz (SAV) şöyle haber veriyor:

 

     Abdullah b. Mes’ud (RA) rivayet ediyor: “Peygamberimiz (SAV): “Allah’tan hakkıyla hayâ ediniz.” buyurdu. İbniMes’ud (RA) diyor ki: “Ey Allah’ın Peygamberi, biz Allah’tan gerektiği gibi hayâ ediyoruz, elhamdülillah.” dedik. Peygamberimiz (SAV) şöyle buyurdu: “Bu anlamdaki hayâ zannettiğiniz kadar kolay değildir. Lakin Allah’ta layıkıyla utanma, başını ve başın kapladığı uzuvları, karnını, karnının taşıdığı şeyleri fenalıklardan korumandır. Böylesine hayâ eden ölümü ve çürümeyi aklında tutsun. Kim ahiret saadetini dilerse dünyanın aşırı zinetini terk etmelidir. İşte kim böyle yaparsa o, Allah’tan hakkıyla hayâ etmiştir.”

     İnsan, dünya malını elde etmeye çalışırken, servetin maddi cazibesine ve göz alıcı güzelliklerine kendini kaptırıp gayrı meşru yollara tevessül etmemelidir. Zira ahiret hayatında helal malın hesabı var, haram malın azabı vardır. Alın teriyle kazandığı bir servetin zekâtını verip vermediğinden, malını Allah yolunda harcayıp harcamadığından, yoksullara yardım elini uzatıp uzatmadığından sorguya çekilecektir. Haram mala gelince onun akıbeti çok feci bir azaptı

 

Bu husus şu hadis-i şerif açıklar:

 

Muaz (RA)’ın rivayetine göre Peygamberimiz (SAV) şöyle buyuruyor: “Kıyamet günü dört şeyden sual olunasıya kadar Âdemoğlunun iki ayağı bir yere ayrılamaz: Ömrünü nerede yok ettiğinden, gençliğini nerede çürüttüğünden, malını nereden kazanıp nereye harcadığından, ilmiyle ne amel yaptığından.”

Allah, helalden yiyip-içmede yardımcımız olsun. Bizi bize, bizi nefsimizin eline bırakmasın. Bizleri sözün yalanından, malın haramından ve şeytanın teşvikine kapılmaktan muhafaza buyursun.

 

 

 HIRS

 

 

     “Hiç şüphesiz o (insan) mal sevgisi sebebiyle çok katıdır.”

(ÂDİYÂT SURESİ – 8. AYET)

 

     Ayet-i Kerime’de geçen ve “MAL” diye tercüme edilen “HAYIR” kelimesi çok anlamlı kavramlardan birisidir. Râgıb el-Isfehânî, bu kelimeyi; “akıl, adalet, fazilet, faydalı nesne gibi genellikle insanların rağbet ettiği şey” şeklinde tarif etmiştir. Burada ise, “çok mal, çok servet” anlamında kullanılmıştır. İnsanın, yaratılıştan mala meyledici olmasından ve malda dünya menfaati bulunmasından dolayı mala “HAYIR” denilmiştir. Yine ayette geçen “ŞEDÎD” kelimesi de; çok cimri veya çok güçlü, kuvvetli olmak üzere iki ayrı anlamı ifade etmektedir. Yani insanlardan birçoğu mala karşı çok haristir, diğer bir ifadeyle servet düşkünüdür. Malı çok sevdiğinden dolayı eli sıkıdır, yani cimridir. Fakat elde ettiği malın şükrünü eda etmeye gelince; ondan kaçınır, nimetlerin asıl sahibi olan yüce Allah’a karşı nankörlük edip, insanlara cimri davranır. İşte hırsın anlamı da budur.

HIRS: “Mal, mevki, şöhret, ilim gibi maddî veya manevî imkânları elde etme yahut daha genel anlamda belli bir amaca ulaşma uğruna kişinin bütün benliğini saran tutkulara kapılması, açgözlülük etmesi, şiddetli ve sonu gelmez istek ve arzulara yenik düşmesi” şeklinde tanımlanmaktadır.

     Yorumunu yapmaya çalıştığımız bu ayet-i kerimede insanın mal ve servete karşı aşırı bir hırs ve düşkünlüğünün olduğu ifade edilmekte:

 

     “Malı pek çok seviyorsunuz.” (FECR SURESİ - 20. AYET)

     Ayetiyle de bu husus vurgulanmaktadır. Mearic Suresinde ise:

 

19-) “Gerçekten insan, pek hırslı (ve sabırsız) yaratılmıştır.”

20-) “Kendisine fenalık dokunduğunda sızlanır, feryat eder.”

21-) “Ona imkân verildiğinde ise pinti kesilir.”    

 (MEARİC SURESİ – 19/20/21. AYETLER)

 

     Buyrularak insanın bu karakterine işaret edilmektedir. Ancak ayetin devamı şöyledir:

 

22-) “Ancak şunlar öyle değildir: Namaz kılanlar,”

23-) “Ki, onlar namazlarında devamlıdırlar (ihmal göstermezler;).”

24-) “Mallarında, belli bir hak vardır,”

25-) “Sâile ve mahruma(vermek için).”

26-) “Ceza (ve hesap) gününün doğruluğuna inananlar;”

27-) “Rab’lerinin azabından korkanlar,”

28-) “Ki Rab'lerinin azabı(na karşı) emin olunamaz;”

29-) “Irzlarını koruyanlar”

30-) “Ancak eşlerine ve cariyelerine karşı müstesna; çünkü onlar kınanmaz;”

31-) “Bundan öteye (geçmek) isteyenler ise, onlar taşkınların ta kendileridir,”

32-) “Emanetlerine ve ahitlerine riayet edenler;”

33-) “Şahitliklerini (dosdoğru) yapanlar;”

34-) “Namazlarını koruyanlar;”

(MEARİC SURESİ – 22/34. AYETLER)

 

      Allah bu ayetiyle, ayette özellikleri sayılan kimselerin, servet düşkünlüğü, hırs ve açgözlülük gibi negatif tavır ve davranışlardan kendilerini korudukları belirterek; bütün insanların böyle olmadıkları özellikle vurgulamaktadır.

     Sevgili Peygamberimiz (SAV) de:

     “İnsanın iki vadi dolusu altını olsa mutlaka bir üçüncüsünü ister. Onun gözünü ancak toprak doyurur.”

     Buyurarak insanın haris ve açgözlü bir tabiata sahip olduğuna, dolayısıyla bu duygunun olumlu yönde değerlendirilip; her türlü taşkınlık ve sapmalarının frenlenmesi gerektiğine işaret etmişlerdir. Yine peygamberimiz (SAV)’in:

     “Bir koyun sürüsüne salıverilmiş iki aç kurdun koyunlara verdiği zarar, servet ve mevki düşkünü bir adamın dinine verdiği zarardan daha büyük değildir.”

Hadis-i şerifi, aşırı hırs ve aç gözlülüğün yol açacağı zararların boyutlarının büyüklüğünü göstermektedir.

Kur’an bu konuda şöyle buyuruyor:

 

14-) “Kadınlar, oğullar, yük yük altın ve gümüş, salma atlar, davarlar ve ekinler gibi nefsin şiddetle arzuladığı şeyler insana süslü gösterildi. Bunlar dünya hayatının geçimliğidir. Oysa asıl varılacak güzel yer ancak Allah’ın katındadır.”

15-) “De ki: “Size, onlardan daha hayırlısını haber vereyim mi? Allah’a karşı gelmekten sakınanlar için Rableri katında, içinden ırmaklar akan, içinde ebedi kalacakları cennetler, tertemiz eşler ve Allah’ın rızası vardır.” Allah, kullarını hakkıyla görendir.”

(ÂLİ-İMRAN SURESİ – 14/15. AYETLER)

 

Bu ayet-i kerimede fıtrî bir realiteye işaret edilmekte; sırf dünya nimetlerine bel bağlamanın ya da dünya ahiret dengesini ahiret aleyhine bozmanın, kalıcı olan ahiret mutluluğunu tehlikeye düşürebileceğine işaret edilmektedir. Ayetteki:

 

     “Size, onlardan daha hayırlısını haber vereyim mi?”

 

     İfadesiyle insanlar mukayese yapmaya çağrılmakta; dünya hayatında en cazip görünen şeyler nelerse, ahirette takva sahiplerine sunulacak nimetlerin bütün bunlardan daha üstün ve değerli olduğu ifade edilerek; geçici dünya nimetlerinin aşırı bir hırs ve aç gözlülükle gayri meşru yollardan edinilmemesi istenmektedir.

     Diğer yandan gerek yorumunu yapmaya çalıştığımız ayetten gerekse bu konuda yukarıda verdiğimiz ilgili diğer ayetlerden anlaşılacağı gibi; hırs, mal, makam ve mevki düşkünlüğü fıtrîdir. Bu duygu ve temayüller olumlu yönde değerlendirildiği ve dengede tutulabildiği takdirde insanlığın maddeten ve manen gelişip ilerlemesi için en önemli güç kaynağıdırlar. Bunun için fertleri bu duygu ve temayüllerin yıkıcı etkilerinden kurtarıp olumlu yöne yönlendirmek, insanın maddî alandaki fıtrî eğilimlerini, manevî alandaki yükselme ve yücelme gayretleriyle dengeleyici hale getirmek gerekmektedir.

Kâinattaki tüm varlıkların Allah’ın kontrolünde olduğunu, Allah’ın kendisi için daima en güzel ve en hayırlı olanı takdir ettiğini, her şeyi belirli bir plan ve hikmet dâhilinde hayır üzere yarattığını bilen kişiler, her işlerinde bunun verdiği huzur ve mutlulukla, hiçbir zaman hırsa kapılmadan hareket ederler.

 

     “Olur ki, bir şey sizin için hayırlı iken, siz onu hoş görmezsiniz. Yine olur ki, bir şey sizin için kötü iken, siz onu seversiniz. Allah bilir, siz bilmezsiniz.”

(BAKARA SURESİ - 216. AYET)

 

Ayeti de müminlere bu konuda en güzel Kur’anî ölçülerden birini vermektedir.

     Bu bakımdan insan her durumda Allah'ın kendisine verdiği nimetlere şükredici olmalı ve imtihanın bir gereği olarak nimetin kısıtlandığı dönemde dahi şükrünü azaltmamalıdır. Sahip olmadıklarını gayri meşru yollardan elde etmek için hırsa kapılmamalı, sahip olduklarına da tutku ile bağlanmamalıdır.

 

 

 

İlk yorum yapan siz olun!
 1250 karakter yazabilirsiniz

Tabaklar Mah. Cumhuriyet Cad. İnci İş Merkezi No: 32 / 32 Bolu   Tel:   Faks: