• resmi ilanlar

RAMAZAN SOHBETLERİ

13/07/2015 11:00

...

HASET İNSANIN İÇİNİ KEMİREN BİR HASTALIKTIR

 “Yoksa onlar Allah’ın lütuf ve kereminden insanlara verdiği nimetleri mi kıskanıyorlar?”   (NİSA SURESİ – 54. AYET)

 Haset sözlükte çekememek demektir. Dindeki anlamı ise, başkasında olan her hangi bir varlığın ondan alınıp kendisine verilmesini istemektir. Bundan daha fenası da kendisine verilmese bile, o nimetten onun mahrum olmasını temenni etmektir.

HASEDİN TARİHÇESİ

 

     Göklerde de yerlerde de ilk isyan yani Allah’ın emirlerine karşı gelme, haset yüzünden çıkmıştır. Allah’ın ilk yarattığı insan Hz Adem (AS)’dır ve aynı zamanda ilk peygamberdir. Allah, onu yaratmadan önce meleklere şöyle demişti:

 

“Ben kupkuru bir çamurdan, şekillenmiş kara balçıktan bir insan yaratacağım. Ona şekil verdiğim ve ruhumdan üflediğim zaman, siz hemen onun secdeye kapanın. (Âdem yaratılınca) meleklerin hepsi de (Allah’ın emrine uyarak) hemen secde ettiler. Fakat (cinlerden olan) İblis ise emre uymadı, Âdem’e secde etmedi. Allah: “Ey iblis, secde edenlerle beraber olmayışının (yani Âdem’e secde etmeyişinin) sebebi nedir?” diye sordu. İblis: ben kuru bir çamurdan, şekillenmiş kara balçıktan yarattığın insana secde edecek değilim. (Çünkü ben ondan daha üstünüm, beni ateşten yarattın, onu ise çamurdan yarattın) dedi.  (A’RAF SURESİ 11–12. AYET)

     İşte İblis, uzun yıllar Allah’a ibadet etmişken, Allah’ın Âdem (AS)’a verdiği üstünlüğü çekememiş ve Allah katındaki değerini yitirmiştir. Böylece göklerde ilk defa Allah’a isyan edilmiştir. İblis bu hasedi sebebiyle Allah’ın rahmetinden kovulmuş ve uzaklaştırılmıştır.Allah şöyle buyurdu:

 

“Öyleyse oradan (cennetten) çık, artık kovuldun. Muhakkak ki kıyamet gününe kadar lanet senin üzerine olacaktır.”  (HİCR SURESİ – 34–35. AYETLER)

     Başka bir ayette de:

 

     “O halde çık, sen artık küçülenlerdensin.”  (A’RAF SURESİ – 13. AYET)

     Kibirlenmek, küçüklüktür. Büyüyecek olan büyüklenmez, büyüklenen mutlaka küçülür. Büyüklük sadece Allah’a mahsustur. Allah, büyükleneni küçültür. İblis, büyüklendiği için Allah onu bulunduğu makamdan derhal azledip indirmiştir. Büyüklendiği için hakarete uğramıştır. İblis aslının ateş olduğuna güvenerek üstünlüğün kendisinde, aslından intikal eden bir miras, elinden alınamaz bir kişisel özellik olduğunu sanmış ve bulunduğu o mutluluk makamında düşmeyeceğini düşünmüş ve yaratıcının emrini eleştirmeye kalkmıştı. Eşyada bulunan bütün özelliklerin sadece bir Allah vergisi olduğunu unutmuştu. Bu unutkanlığının cezasını, bulunduğu makamdan uzaklaştırılarak çekmiştir. Buna da Hz Âdem (AS)’ı çekememesi sebep olmuştur.

     Bu olayda düşünen insanlar için alınacak ibretler vardır. Allah’ın bir başkasına verdiği üstünlüğe ve nimete haset edip, o nimetin ondan alınarak kendisine verilmesini isteyen kimse, Allah’a ait olan bir takdir hakkının kendisinde olduğunu zannediyor ki, büyük bir hata yapıyor, günah işliyor demektir. İblis işlediği bu günahı cezasını ağır bir şekilde ödemiştir.

     Yeryüzüne gelince; İlk insan ve ilk peygamber olan Hz Âdem (AS)’ın çocukları arasında da ilk isyan yine haset yüzünden çıkmıştır. Hz Âdem (AS)’ın çocuklarından olan Kabil, kardeşi Habil’i çekemeyip öldürmüş ve böylece yeryüzünde ilk cinayet haset yüzünden işlenmiştir.

 

 

         HASET KİMLERDE BULUNUR?

 

     Haset, hemen hemen herkeste ve her meslek grubunda bulunur. Kişi kendisinden üstün gördüğü kimseye haset eder, onu çekemez. İMAM-I GAZALİ şöyle diyor:

     Adamın birisi, Hasan-ı Basri’ye: “Mümin hiç haset eder mi?” diye sormuş. Hasan-ı Basri: “Yakup (AS)’ın oğullarını unuttun mu? Elbette mümin de haset edebilir.”  diye cevap vermiş. Gerçi Peygamberimiz (SAV): “İman ile haset bir kimsede birleşmez.” buyurmuştur. Ancak buradaki iman olgun iman demektir. Elbette olgun iman ile haset bir arada bulunmaz.

     Haset hastalığından gönlünü korumayı başaran kimsenin cenneti hak edeceğini Peygamberimiz (SAV) bildirmiştir. Enes b. Malik (RA) anlatıyor: Biz Peygamberimiz (SAV) ile beraber oturuyorduk. Buyurdular ki: “Şimdi size cennetliklerden bir adam çıka gelecektir.”  Bir de baktık ki, Ensar’dan bir adam çıka geldi. Sakalından abdest suyu damlıyordu. Ayakkabılarını da sol eline almıştı. Ertesi gün olunca Peygamberimiz (SAV), bir gün önceki söylediği gibi söyledi. Yine baktı ki, aynı adam bir önceki gibi çıka geldi. Üçüncü gün olunca, Peygamberimiz (SAV) yine önce söylediği gibi söyledi, derken aynı adam ilk hali gibi çıka geldi. Peygamberimiz (SAV) oradan çıkınca Abdullah b. Amr (RA) o adamı izledi ve ona: “Ben babamla tartıştım. Üç gün onun yanına girmeyeceğime yemin ettim. Eğer siz, bu süre içinde benim yanınızda kalmama izin verirseniz kalacağım.” demiş, adam da kalmasına izin vermişti. Abdullah, onunla beraber üç gün kalmış, fakat gece ibadete kalktığını görmemiş, ancak sabah namazına kadar uyandıkça Allah’ı anmış ve tekbir getirmiş. Abdullah: “Onun hayırdan başka bir söylediğini duymadım.” Üç gün geçince sanki onun amelini küçük görür gibi dedim ki: “Ey Allah’ın kulu, babamla aramda bir anlaşmazlık yoktur. Peygamberimiz (SAV) sizin için üç kere: “Şimdi size cennetliklerden bir adam çıka gelecektir.” dedi. Üç defasında da siz çıka geldiniz. Sizin yanınızda kalarak amelinizin ne olduğunu görmek istedim. Böylece sizin yaptığınızı yapmak istiyordum. Fakat büyük bir amel yaptığınızı görmedim. Sizi Peygamberimiz (SAV)’in müjdelediği mertebeye ulaştıran nedir?” Adam dedi ki: “Şu gördüğünden başka değildir.” Ben oradan ayrılmak üzere dönünce, bana seslendi ve dedi ki: “O senin gördüğün şeyden başkası değildir. Ancak ben, Müslümanlardan hiç kimseye kalbimde hile ve kin tutmam ve Allah’ın verdiği bir hayırdan dolayı hiç kimseye asla haset etmem.” Bunun üzerine Abdullah: “İşte seni bu dereceye yaklaştıran budur.” dedi.

     Haset herkeste bulunabilir. Daha çok emsal, akran, kardeş ve akrabalar arasında bulunur. Bunun içindir ki, âlim âlime, tüccar tüccara, sanatkâr sanatkâra haset eder. Yani herkes kendi mesleğinden olanı çekemez. Bunun gibi bir pehlivan bir âlime değil, kendisi gibi bir pehlivana haset eder. Çünkü o ilimle değil pehlivanlıkla şöhret kazanmak arzusundadır.

 

 

    HASEDİN ZARARLARI

 

     Hasedin maddi-manevi pek çok zararları vardır. Fakat her şeyden önce haset, Müslüman’ın dinine zarar verir. Çünkü inanmış olan bir kimse, kalbini her türlü kötü duygu ve düşüncelerden arındırmış olacak ve haline rıza gösterecektir. İsteklerini Allah’a sunacak ve yalnız O’ndan dileyecektir. Haset kötü bir duygu olduğuna göre, inanmış olan bir kimsede asla bulunmamalıdır.

     Abdullah b.Ömer (RA) anlatıyor: Peygamberimiz (SAV)’e soruldu: “Ey Allah’ın Rasülü! İnsanların en faziletlisi kimdir?” Peygamberimiz (SAV): “Her temiz kalpli ve doğru sözlü olandır.” buyurdular. Ashap: “Doğru sözlüyü biliyoruz. Kalbi temiz olmak ne demektir?” diye sordular. Peygamberimiz (SAV) şöyle buyurdu: “Bir koyun ağılına giren iki aç kurdun koyunlara verdiği zararı, haset ve aşırı derecede mala düşkünlüğün, Müslüman’ın dinine verdiği zarardan daha çok değildir. Gerçekten ateşin odunu yaktığı yediği gibi haset te iyilikleri yer ve tüketir.”

     Ayrıca haset edenin dünyada rahat ve huzuru yoktur. Haset ettiği kimselerin yükseldiklerini gördükçe rahatsızlığı artar huzuru kaçar ve uykusu kaybolur. Allah şöyle buyuruyor:

     “Kişi kazdığı kuyuya kendi düşer.”  (FATIR SURESİ – 43. AYET)

     Evet, kişi çoğu zaman haset ettiği ve düşmanlık duyduğu kimse için istediği, kendi başına gelir. Bu durumu hatırlatan şu atasözümüz ne güzeldir:

     “Haset tohumu eken, hasret nedameti biçer.”

     Haset eden, haset ettiği kimsenin ilerlediğini, toplum içinde itibar gördüğünü gördükçe sadece huzuru kaçmaz; Allah korusun, her türlü fenalığın planlarını yapmaya başlar. Bunun için Allah kötü huylardan çekindirirken, şöyle buyurur:

 

“Kıskandığı vakit, kıskanç kişinin şerrinden Allah’a sığınırım de.”  (FELAK SURESİ – 5. AYET)

 

     İMAM-I GAZALİ, İHYA’sında şu hikâyeyi anlatıyor: Zatın biri bir hükümdara uğrar ve ona öğüt verir: “Sana iyilik yapana sen fazlasıyla iyilik yap. Kötülük yapana ise bir şey yapma, onun kötülüğü sana mükâfat olarak yeter.”  Bunu dinleyen bir başkası bu zatın hükümdar yanındaki itibarını görünce bunu çekemez. Hükümdara yaklaşır ve: “Size öğüt veren bu adam, nefesinizin koktuğunu söylüyor.” der. Hükümdar: “Ne biliyorsun?” diye sorar. Adam: “Bu zat bir daha yanınıza geldiğinde, ağzını ve burnunu tuttuğunu göreceksiniz.” der. Hükümdar da: “Peki, görelim.” der. Adam, hükümdarın yanından çıkar. Haset ettiği zat hükümdarın yanına çıkacağı zaman onu davet eder ve kendisine sarımsaklı yemek yedirir ve: “Ağzının kokusu ile hükümdara fazla yaklaşma” diye tembih eder. Bu zat, yine âdeti üzere hükümdarın huzuruna girer ve kendisine tavsiyelerde bulunur. Hükümdar bu zata yanına yaklaşmasını söyler. Adam da ağzını burnunu tutarak hükümdara yaklaşır. Hükümdar, adamın kendisine doğru söylediğine inanır. Bunun üzerine yazdığı bir fermanı adama verir ve: “Bu mektubu falan komutana götür.” der. Hükümdarın kendi eliyle yazdığı fermanlar çoğunlukla yardım edilmesini emreden yazılar olduğu için adam mektubu alır. Dışarıya çıkınca kendisine yemek yediren adamla karşılaşır. Adam kendisine: “Elindeki mektup nedir?” diye sorar. Adam: “Hükümdar herhalde bana yardım yapılmasını emretmiştir, onu almaya gidiyorum.” der. Adam yalvarır ve: “Bu mektubu bana ver.” diye rica eder. O da: “Peki al.” der. Adam mektubu alır almaz doğru zarfın üzeri kendisine yazılan komutana gider ve mektubu takdim eder. Kumandan, kendisine öğüt veren zata kızmış ve cezalandırılmasını yazmış. Bunu duyan adam, komutana yalvarır ve: “Aman, bu mektubun sahibi ben değilim, istersen gidip asıl sahibini getireyim.” derse de komutan güvenmez, hükümdarın emrini yerine getirerek adamı cezalandırır. Ertesi gün yine aynı zat hükümdarın huzuruna çıkınca hükümdar şaşırır ve sorar: “Sana dün verdiğim mektup ne oldu?” der. Adamcağız durumu anlatır. Hükümdar sorar: “Benim nefesimin koktuğunu söylemişsin doğru mu? Adam: “Hayır, ben böyle bir şey söylemedim.” der. Hükümdar: “Öyleyse neden bana yaklaşınca ağzını burnunu kapattın?” deyince, Adam durumu anlatır ve: “O gün mektubu kendisine verdiğim zat beni yemeğe davet etti, bana sarımsaklı yemek yedirdi. Nefesimin kokusu sizi rahatsız etmesin diye yanınıza girdiğimde ağzımı kapatmamı söyledi. Ben de uygun gördüm ve sizi rahatsız etmemesi için böyle yaptım.” deyince, hükümdar durumu öğrendi ve: “Evet, kötülük yapan cezasını buldu ve senin yerine geçti.” der.

 

                                                                İMRENME

 

     Hasedin bir çeşidi daha vardır ki, buna MÜNAFESE denir. Münafese, başkasında olan bir olgunluğa, bir iyiliğe imrenip ona yetişmek veya ondan da ileri gitmek için yarışmak demektir. Haset ile arasındaki fark açıktır. Haset eden, olgunluk ve kemale düşmandır. Haset ettiği kimsenin zarar görmesinden, eriştiği nimetin yok olmasından memnun olur. Bunu göremeyince de rahatsız olur. Hâlbuki imrenen ise, aksine olgunluğa âşıktır. O, karşısındakinin aşağı düşmesini değil, kendisinin de onun gibi olmasını, hatta daha da ileri gitmesini ister. Bunda yarışma ise makbuldür. Çünkü Allah, Kur’an’da:

 

     “İşte yarışanlar ancak onda yarışsınlar.” buyurmuş ve bunu övmüştür.  (MUTAFFİFİN SURESİ – 26. AYET)

     Peygamberimiz (SAV) bunun ancak iki şeyle olabileceğini bildirmiş ve şöyle buyurmuştur:

     “Ancak iki şeye imrenilebilir: Biri, Allah’ın kendisine mal verip, bu malı hak yolunda harcamaya muvaffak kıldığı kimse. Diğeri de, Allah’ın kendisine ilim verip, bununla amel eden ve başkalarına da öğreten kimse.”

     İşte Peygamberimiz (SAV) bu iki kişiye; malı ile hayır ve hasenat yapan ve Allah yolunda malını harcayan kimse ile ilmiyle amel edip onu başkasına da öğreten kimseye gıpta edilmeye değer oldukları bildiriliyor.

     Enes b. Malik (RA)’ın rivayet ettiği bir hadisle konumuzu bitirelim: Peygamberimiz (SAV) şöyle buyuruyor:

     “Birbirinize hiddetlenmeyin, birbirinize haset etmeyin, birbirinize arka çevirmeyin; Ey Allah’ın kardeş olun. Bir Müslüman’a, üç günden fazla din kardeşiyle dargın durması helal olmaz.”

 RİYA

…Din samimiyettir…(Hadis-i şerif)

         Riya:Kişinin, başkalarının beğenisini kazanmak, saygınlık ve çıkarsağlamak amacıyla gösteriş için inandığından farklı davranışlarda bulunmasıdır. Riya, gizli yapılması gereken amel ve ibadetleri başkalarının görmesi amacıyla açıktan yapmaktır.

         İnsanı riyakârlığa sevk eden sebeplerin başında, “ucb” yani kendini beğenme duygusu gelir. Kötülenmekten korkma, şan, şöhret ve birtakımmenfaatlere ulaşma isteği de insanı riyakâr olmaya iten sebeplerdendir. Baş­kaları tarafından takdir edilme ve beğenilme, insanın nefsini okşayan bir durumdur. Kişi beğenilme duygusunu kontrol edemezse davranışlarını bu arzu doğrultusunda gerçekleştirmeye çalışır.Zamanla insanların yanında başka türlü, yalnızken başka türlü davranmaya başlar ve ikiyüzlü bir kişiliğe bürünür.

         İnsan bazen de başkalarının kendisini tenkit etmesinden, kınamasından ve ayıplamasından korktuğu için doğru olduğuna inandığı davranışları terk eder. Yahut birtakım menfaatleri gözeterek doğru olmadığına inandığı davranışları sergiler. Böylece insanlara eylemleriyle yalan söyler ve insanları eylemleriyle aldatır. İnsanları dünyada bu şekilde aldattığını düşünen riyakârın bu sahte tavrı ahirette elbette önüne konur. Böylece hak ettiği gerçek karşılığı bulur.Nitekim Allah Resûlü de“...Kim, görsünler ve duysunlar diye bir kişiyi yüceltirse Allah da kıyamet günü onun gösteriş ve insanlara duyurma niyetini orta­ya çıkarır.”buyurmuştur.

         Ashâbına; kendileri için en fazla korktuğu şeyin küçük şirk olduğunu söyleyen Allah Resûlü’ne, “Ey Allah’ın Resûlü, küçük şirk nedir?” diye sorduklarında şöyle cevap vermiştir: “Riyadır; Yüce Allah kıyamet gününde kullara amellerin karşılığını verdiği zaman, onlara, ‘Dünyada kendilerine riyakârlık yaptıklarınızın yanına gidin! Bakın acaba onların yanında bir mükâfat ya da hayır görebilir misiniz?’ diyecek.”

         Şüphesiz yerde ve gökte hiçbir şey Allah’a gizli kalmaz.Allah, kul­larının bütün yaptıklarını görür. Onların kalbinde olanı, yani neyi hangi niyetle yaptıklarını çok iyi bilir. Efendimiz de bir hadisinde bu gerçeği şöyle dillendirmiştir: “Allah sizin dış görünüşlerinize ve mallarınıza bakmaz, bilakis kalplerinize ve amellerinize bakar”.“Ameller ancak niyetlere göre değer kazanır. Herkes niyet ettiği şeyin karşılığını alacaktır...”Hadisi de niyetin gü­zel davranışlara ibadet değeri kattığını ifade etmektedir.

 

         Bunun için kul, ibadetlerini eda ederken yahut davranışlarını şekillendirirken Allah’ın kendisini gördüğü bilinciyle hareket etmelidir. Nitekim Hz. Peygamber’in, İhsan;Allahı görüyormuş gibi ibadet etmektir. Sen Onu görmesen de O seni görmektedir.”ifadesi bu bilinci hatırlatmaktadır.

         İkiyüzlü bir yaşantı sergileyen insanın şekilde kalan ibadetleri, gös­terişe dayalı davranışları, onu samimi bir mümin yapmaya yetmemekte­dir. Çünkü mümin olmak, gerçekte, Allah’ı lütfu ve merhameti bol olan kudret olarak tanımak ve O’na gönülden bağlanmaktır. Hz. Peygamber’in ifadesiyle, Din samimiyettir. Gerçek mümin, dinin inanç, ibadet ve ahlâk boyutlarını özümsemiş, bunları içselleştirmiş, gündelik hayatına yansıt­mış ve ahlaki açıdan olgunlaşmış insandır.

    Bir gün Hz. Peygamber’e gelen bir bedevî, “Bir adam var, ganimet elde etmek için savaşıyor, bir adam da kahramanlığı duyulsun diye, diğeri de görülsün diye savaşıyor. Bun­lardan hangisi Allah yolundadır?” diye sordu. Allah Resûlü de ona, “Kim Allah’ın kelimesini(tevhidi) yüceltmek için savaşırsa işte o Allah yolundadır. buyurdu. Dolayısıyla asıl olan, insanın dışa yansıyan tutum ve davranışları değil bunların kaynağında yer alan iyi niyet ve samimiyettir. Nitekim Yüce Allah daHz. Peygamber’in şahsında bütün Müslümanlardan dosdoğru olmalarını istemektedir. Bu emir, insanın Allah’a kulluk başta olmak üzere insan­larla ilişkilerindeki bütün hâl ve hareketlerini içermektedir. Mevlânâ’nın, “Ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol!” sözü de Müslümanlara bu isteği hatırlatmaktadır.

Gösteriş duygusundan uzak olarak gizlice yerine getirilen, fakat in­sanların bir şekilde vâkıf olduğu ibadetler ve iyi ameller vardır ki bunlar için, güzel örnek oluşturduğu düşüncesiyle ayrıca sevap vaat edilmiştir. Bir adam, “Ey Allah’ın Resûlü! Bir kimse bir amel işler ve onu kimse gör­mesin diye gizli tutar, fakat sonradan onu başkalarından öğrenince hoş­lanır. (Bu kimsenin durumu nedir?)” diye sorunca Resülullah ona şöyle cevap vermiştir: “O kimseye iki mükâfat vardır: Biri, (amelini gizlediği için) gizlilik sevabı, diğeri de (başkalarının onu örnek almasına sebep olacağı için) işlediği amelin açığa çıkmasının sevabıdır.”

Görüldüğü üzere, kişi riya olmasın diyerek amelini gizlemekte ancak insanlar bir şekilde bunu öğrendikle­rinde de bir mahcubiyet duygusu içerisinde doğal olarak hoşnut olmak­tadır. Yani iyi amelinin bilinmesi ve buna bir nevi şahitlikedilmesi onu memnun etmektedir. Dolayısıyla bu durumda iki ödül almaktadır. Çünkühalisane yaptığı iyi amel muhtemelen başkalarının da iyi ameller işlemesi­ne örnek olacaktır.

 



M196 Müslim, îmân, 95.

D4881 EbûDâvûd, Edeb, 35

BŞ6831 Beyhaki, Şuabü’l-İman, V, 333.

Âl-i imran, 3/5.

Alak, 96/14.                                                 

Hûd, 11/5.

M6543 Müslim, Birr, 34.

D2201 EbûDâvûd, Talâk, 10-11; B1 Buhârî, Bed’ü’l- vahy, 1.

T2610 Tirmizî, îmân, 4.

M196 Müslim, îmân, 95

B3126 Buhârî, Farzu’l- humus, 10.

Hûd, 11/112; Şûra, 42/15.

T2384 Tirmizî, Zühd, 49.

 

 

İlk yorum yapan siz olun!
 1250 karakter yazabilirsiniz

Tabaklar Mah. Cumhuriyet Cad. İnci İş Merkezi No: 32 / 32 Bolu   Tel:   Faks: