• resmi ilanlar

CUMA SOHBETLERİ

04/02/2016 11:00

Bolu İl Müftülüğü vaizlerinden Harun Bakan ve Kadir Öztürk'ün hazırladığı ‘Cuma Sohbetleri'nin bu haftaki bölümü Bolu Express'te

Huzurun Önemli Şartı / Güven

“Necş, aldatma yarışıdır; batıldır;

bunun yapılması helal olmaz, aldatan ateştedir"[1]

Aldatmak karşı tarafı yanıltmak, hile ve oyuna getirmek, kandırmak, iğfal etmek, dolandırmak, sözünde durmamak demektir. Hakikatin zıddı anlamına gelen yalanla eş anlamlıdır. Ferdi ve toplumsal yıkımlara sebep olacak nitelikte kötü bir davranıştır.

Hz. Ömer, halifeliği sırasında bir gece asayişi kontrol için Medine sokaklarında dolaşıyordu. Gecenin karanlığında önünden geçmekte olduğu bir evden yüksek sesler işitti. Bir anne kızına şöyle diyordu;

Kızım, yarın satacağımız süte su karıştır!

Anne, Halife süte su karıştırmayı yasak etmedi mi?

Kızım, gecenin bu saatinde Halifenin nereden haberi olacak, o şimdi yatağında yatıyor.

Anne! Anne! Halife uyuyor, haberi olmaz diyorsun! Her şeyi bilen, gören ve her şeye kâdir olan Allah’ü Teâlâ bizi görüyor, hâlimizi biliyor! Hilemizi insanlardan gizleyebiliriz, fakat her şeyi bilen ve gören Allah’tan nasıl gizleriz?

Hazret-i Ömer, bu kızın güzel ahlakına çok hayran kaldı. Bu durumu hanımına da anlattı. Sonra da, o kızı oğlu Asım ile evlendirdi. Asım’ın bu kadından bir kızı oldu. Bu kızdan da âdil halifelerden Ömer bin Abdülaziz hazretleri doğdu.

İslam inancının değer yargılarına göre her ne suretle ve hangi şartlarda olursa olsun, hile yapmak ve insanları aldatmak kesinlikle yasaktır. Kur’an, aldatmayı, münafıklara yakışan çirkin bir davranış olarak ifade eder. Çünkü münafıkların en belirgin özelliği, Allah’a inanmadıkları hâlde, ‘inandık’, diyerek, Allah’ı ve başkalarını kendilerince kandırmaya kalkışmalarıdır. Hâlbuki onlar, aslında kendilerini aldatmaktadırlar. Çünkü Allah onların hile ve aldatmalarını bilir. Kur’an’ın ifadesiyle; “Onlar Allah’ı ve inananları aldatmaya çalışırlar, oysa sadece kendilerini aldatırlar da farkında değildirler.” (2)

Bir gün Allah’ın Resulü (sav) pazarda bir buğday sergisine uğradı. Elini buğday yığınının içine daldırınca parmakları ıslandı. Bunun üzerine satıcıya; “Bu ıslaklık ne?” diye sordu. Adam; ‘Ey Allah’ın Resulü! Yağmur ıslattı’, dedi. Kutlu Nebî; “İnsanların görüp aldanmaması için o ıslak kısmı ekinin üstüne çıkarsaydın ya!” karşılığını verdi. Ardından da;  “Bizi aldatan, bizden değildir.” buyurdu.[2]

Müslüman bir malı satarken iyi ve kötü, malının her şeyini karşı tarafa bildirmelidir. Malın ayıbını gizlemek veya söylememek aldatmadır. Bu sebeple bir malı ölçüp tartmadan kabala satmak, yanıltıcı olduğu için doğru değildir. Örneğin malın kötüsünü yığının altına veya tezgâhın arka kısmına koymak, süte su katmak, yüksek kaliteli mala düşük kalitelisini karıştırmak, para veya kıymetli kâğıtların sahtesini yapmak ve müşteriyi aldatacak her türlü sahtecilik, “Bizi aldatan bizden değildir.” hadis-i şerifinin tehdidine muhataptır. Çevremize ve dünyaya bakıldığında milletlerarası sahtekârlıklar, büyük ihale yolsuzlukları, mal stoklayarak yapılan fiyat artırımları göz önüne getirildiğinde, Hz. Peygamber’in tehdidinin ne kadar manidar, İslam’ın hedeflediği hayat düzeninin ne kadar insan merkezli ve âdil olduğu daha iyi görülecektir.

Şu geçici dünyadan menfaat uğruna insanları aldatan ve yalan söyleyen kimselerin insanlık kalitelerinin düşüklüğünü gösterir. İmanlarının zayıf olduğuna işarettir. Çünkü Kur’anî ve peygamberi öğütleri, özümsememiş demektir. Allah’ı ve ahiret sorgusunu hesaba katmadan yaşadıkları anlaşılmaktadır. Allah ahirette bunların hayır ve iyiliğini dilemez.

İnsan şunu iyi bilmeli ki hile ile rızık artmaz. Aksine hile malın bereketini giderir. Hile ile azar azar biriktirilen mallar, ansızın gelen bir felâketle, birden bire elden çıkar; hile yapanların yanına da sadece günahları kalır.

İslamiyet hiçbir şekilde ve hiçbir alanda hile ve aldatmayı kabul etmez. Ona büyük bir uhrevi ceza takdir etmiştir. Çürük ve sakat iş yapmayı da, eksiklikleri gizlemeyi de haram kabul eder.

Sonuç olarak söylemek gerekirse,

-                     İnsanlarla olan ilişkilerde dürüst olmak İslam’ın şiarıdır.

-                     Hilekârlık münafıklık alametidir.

-                     Mümin, imanıyla ve imanının bir yansıması olan eylemleriyle Müslümandır.

-                     Yalan, hile ve aldatma gibi ahlaksız vasıfların onun hayatında yer almaması gerekir. Dünyada insanları aldatmak mümkündür, fakat ilmiyle her şeyi kuşatan Allah’ı aldatmak elbette mümkün değildir.  Asıl aldanan aldattığını sanan hilekârlardır.

-                     Dünyanın geçici olduğunu, yaptığı her şeyden ahirette sorguya çekileceğini düşünerek adımlarını atması, hayatını Allah’ı ve ahireti hesaba katarak sürdürmesi gerektiğini unutmamalıdır.

-                     Akıllı bir Müslüman her şeyden önce imanının gereği, hile ve aldatmaya tevessül etmemeli, böyle bir lekeyi üzerinde taşımamalıdır.

Velhasıl doğruluk ve hakkaniyet, Müslümanın şiarı olmalıdır.

 

 

Her Zaman Doğru Konuşmak

 “Allah’ım bana doğruluk,

orta yol üzere olmayı ve hidayetini nasip et”[3]

Ebul-Yemân el-HakemibnuNâfi' anlattı. Kureyş kâfirleri ile Rasûlullah'ın Hudeybiye antlaşmasını akdettiği ateşkes müddeti içinde ticâret için Şam'a giden bir Kureyş kafilesi, (Rûm Kayseri) Heraclius (Hirakl) tarafından da'vet olunmuş. Hirakl Ebu Süfyan’a Resulullah hakkında bazı sorular sormuş…Hirakl'ın Ebû Süfyan'a ilk sorusu şuydu: "Sizin içinizde soyu nasıldır?",

-                     Ebû Sufyân: "O'nun içimizde soyu pek büyüktür" ……….

-                     Hirakl: "Hiç sözünden caydığı oldu mu?"

-                     Ebû Sufyân: "Hayır sözünden caymaz ancak biz şimdi onunla bir süreye kadar ateşkes yaptık. Bu süre içinde ne yapacağını bilmiyoruz."

-                     Ebû Süfyan burada şu notu düşüyor "O'nunla ilgili olumsuz bir söz olarak ancak bu suizannımı konuşmama sokuşturabildim"

-                     Hirakl: "O'nunla hiç savaş yaptınız mı?"

-                     Ebû Sufyân:"Evet, yaptık"

-                     Hirakl: "Savaş nasıl sonuçlandı?"

-                     Ebû Sufyân: Savaşın sonucu talih ne gösterirse oluyor. Bazen o bize zarar verir, bazen biz ona zarar veririz"

-                     Hirakl: "Size ne emrediyor?"

-                     Ebû Sufyân:"Bize, 'yalnız Allah'a ibadet ediniz, hiçbir şeyi O'na ortak et­meyiniz. Atalarınızın inanıp söyleye geldikleri şeyleri terk ediniz' di­yor. Bize, namazı, doğruluğu, iffetliliği ve Allah'ın eklenip durmasını emrettiği her şeyi ekleyip durmayı emrediyor,

-                     Hirakl: Eğer bu dedikleri doğru ise, şu ayaklarımın bastığı yerlerin yakında sahibi o olacaktır. Ben bu peygamberin geleceğinden haberdardım. Fakat sizden olacağı aklımın ucundan geçmezdi. O'nun yanına varabileceğimi bilsem, O'nunla buluş­mak için her türlü zahmete katlanırdım. Yanında olsaydım (hizmet arz ederek) ayaklarını yıkardım! Dedi.[4]

Ashab-ı kiramdan Süfyan İbn Abdullah es-Sekafi bir gün o büyük ahlak hocasına geldi ve:

-                     Ya Rasûlallah! Bana Müslümanlığı öyle tarif etki onu artık bir başkasına sorma ihtiyacı duymayayım, dedi. Peygamberler sultanı ona:

-                     Allah’a inandım de, sonra da dosdoğru ol, buyurdu.

Bir de şahsıyla ilgili bir soru sordu: Ey Allah’ın Resul’ü! Hakkımda en çok endişe ettiğin şey nedir? Rasul’ü Kibriya mübarek dilini tutarak:

-                     İşte budur, buyurdu.[5] Onun dilinden dolayı günaha gireceği ve sıkıntıya düşeceğinden endişe ettiğini belirtti.

 Demek ki Müslüman dürüst olmalıdır. Sözünde, özünde, işinde, gidişinde, davranışında, tutumunda, kısacası hem Allah ile olan sözleşmesinde yani iman ve ibadetinde hem de Allah’ın kullarıyla yaptığı antlaşmasında yani alım satım gibi konularda dosdoğru olmalıdır.

Kainâtın Rabbi sevgili Peygamberine “emrolunduğun gibi dosdoğru ol!” buyurdu.[6] Dosdoğru olmak kim bilir ne ağır, ne çetin bir işti. Bu ayeti kerime kalbine yazılıp gönlüne süzülünce, Peygamber-i Zişanın saç tellerinden bir kaçı bir gün içinde ağarıverdi.     

Müslüman olmak doğru yola girmekti. Bu yola giren herkes o yolda sebat etmeli, çizgiden ayrılmamalıydı. Dosdoğru olmak anlamına gelen “istikamet”i her Müslüman Hz. Ebu Bekir gibi anlamalı, sadakatın timsali olmalı. Ömer’in dediği gibi ibadetini kusursuz yapmalı, tilki gibi eğilip bükülmemeliydi. Hz. Osman’ın bu kelimeye getirdiği yoruma uyup ibadetlerini sırf Allah Rızası için yapmalı, Hz. Ali’nin buyurduğu gibi farz ibadetlerini hiç aksatmamalıydı. Sırat-ı Müstakim üzerine olmak, dosdoğru olmak dosdoğru yolu bulmak işte bu demektir.

Allah’a iman edip dosdoğru olabilirsek, ebedi âleme kanat çırparken melekler yanımıza gelecek ve bize “ Korkma, artık hiçbir şeye üzülme, Rabbinin sana va’dettiği cennetle sevin!” diye müjdeler verecektir.[7] İşte istikametin neticesi va’d olunan cennetle sevinmektir.

Ziya Paşanın ifade ettiği gibi;

İnsana sadakat yaraşır görse de ikrah

Yardımcısıdır doğruların Hz. Allah

Resûlüllah (sav)'de şöyle buyurmuştur;

“Şüphesiz doğruluk hayra, hayır da cennete götürür. Kişi doğru söyleye söyleye nihayet doğrulardan yazılır. Yalancılık sapıklığa götürür. Şüphesiz sapıklık da cehenneme götürür. Kişi yalan söyleye söyleye nihayet yalancı yazılır.”[8]

 

 

Yolculukta Kılınamayan Namazların Kazası Nasıl Yapılır?

-                     Namazlar, vaktinde kılındığında nasıl kılınması gerekiyor idiyse aynı şekilde kaza edilirler. Buna göre yolculuk halinde kazaya kalan dört rekâtlı namazlar ister yolculuk (sefer) halinde, ister yolculuk sona erdikten sonra kaza edilsin, ikişer rekât olarak kaza edilirler. Aynı şekilde yolculuk hali dışında kazaya kalan bir namaz, yolculuk sırasında kaza edilmek istendiğinde dört rekat olarak kılınır (Merğînânî, el-Hidâye, I, 81-82).

Seferiliğin Başlangıcı Nasıl Belirlenir?

-                     Dinen sefer sayılacak mesafedeki bir yere gitmek üzere yola çıkan kişi, bulunduğu şehrin belediye sınırlarından çıkınca misafir hükmünde kabul edilir. Bu kimse yolculuk hüküm ve ruhsatlarından yararlanmaya başlar (Merğînânî, el-Hidâye, I, 81). Buna göre, yolculuğa çıkıp belediye sınırlarını geçen kimse dört rekâtlı farz namazları iki rekât olarak kılar.

-                     Günümüzde şehirler genişlemiş, İstanbul örneğinde olduğu gibi, iki ucu arasındaki mesafe neredeyse sefer mesafesi olacak kadar genişlemiştir. Günümüzde, bu gibi kentlerde seferiliğin, otogardan veya istasyondan ya da bulunduğu semtin sınırlarından başlayacağı yönünde görüşler vardır (bkz. Seferîlik ve Hükümleri, İstanbul 1997).

 



[1] Buhari, Buyu’, 60

[2] Müslim, İman, 164

[3] Nesai, Zinet, 121

[4] Buhari, Bedü’l-vahy, 1

[5] Müslim, İman, 62

[6] Hud 11/112

[7] Fussilet 41/30

[8] Müslim, Birr ve Sıla, 103

İlk yorum yapan siz olun!
 1250 karakter yazabilirsiniz

Tabaklar Mah. Cumhuriyet Cad. İnci İş Merkezi No: 32 / 32 Bolu   Tel:   Faks: