• resmi ilanlar

RAMAZAN SOHBETLERİ

05/06/2017 11:00

SALİH AMEL

Salih amel, din dilindeki yaygın kullanımı ile öncelikle Allah Teâlâ'ya ibadet ve taatte bulunmak, Allah'ın kullarının yararına faydalı işler demektir. Helâl ve meşru olan her türlü iş, şayet düzgün, sağlam, dürüst yapılıyorsa bu, salih amel olarak nitelenir.

 

İman ile birlikte salih amel, Müslüman'ın hayat anlayışını, iş ahlâkını ve üretim felsefesini göstermektedir. Buna göre her meslek erbabı işini temiz yapmalı, hizmetin hakkını vermelidir ki, böylece helâlinden kazanmış olsun. Şu hâlde iman ve salih amel, kişiyi ahlâklı ve sorumlu davranışlara yöneltmeli, karşılıklı hak ve hukukun korunmasına sevk etmelidir.

Salih bir müminin işi, çalışması, üretimi de aynı şekilde salih, yani dürüst olmalıdır. Bundan dolayıdır ki Resûlullah (sav), “Salih bir kişi için, salih mal ne kadar güzeldir!” buyurmakla hem salih kimseyi, hem de onun helâl kazancını övmektedir. Zira salih olmayan iş, neticesi itibariyle karşı tarafı zarara sokacağından beraberinde kul hakkını getirecek; haksız ve haram kazanç ise o şahsın ibadetlerini dahi olumsuz etkileyecektir. Dolayısıyla işi salih olmayanın, kendisi de asla salih olamayacaktır.

Salih amel, Müslümanlara sadece âhiret mutluluğu değil, güzelliklerle dolu bir dünya hayatı da sunmanın yoludur: “Erkek veya kadın, kim mümin olarak salih amel/iyi iş işlerse, elbette ona hoş bir hayat yaşatacağız ve onların mükâfatlarını, yapmakta olduklarının en güzeli ile vereceğiz.”(Nahl, 16/97). Görüldüğü gibi bu âyet-i kerimede imanın ve salih amellerin, öncelikle “dünyada hoş bir hayat sağlayacağı” üzerinde durulmaktadır. Bu anlamda Yüce Rabbimiz, “Andolsun, Zikir'den sonra Zebûr'da da, 'Yeryüzüne muhakkak benim salih kullarım vâris olacaktır.' diye yazmıştık.” (Enbiya, 21/105) derken, yeryüzü egemenliğinin salih amel işleyen birey ve toplulukların hakkı olduğunu ilân etmektedir: “Allah, içinizden iman edip de salih ameller işleyenlere, kendilerinden önce geçenleri egemen kıldığı gibi, onları da yeryüzünde mutlaka egemen kılacağına, onlar için hoşnut ve razı olduğu dinlerini iyice yerleştireceğine, yaşadıkları korkularının ardından kendilerini mutlaka emniyete kavuşturacağına dair vaatte bulunmuştur. Onlar, bana kulluk eder ve bana hiçbir şeyi ortak koşmazlar...” (Nur, 24/55).

Sadece işler değil, insanlar da “salih” olur. Salih evlât sahibi olmak şükredilecek bir durumdur. Salih babaların evlâtları bazen salih olmayan işler yapabilir. Nitekim babası Nuh'un (as) yalvarmasını kâle almayan, tufanı görmesine rağmen kurtuluş gemisine binmeyen evlâdının bu tavrı, Kur'an'ın diliyle “salih olmayan bir amel” diye nitelendirilmiştir. Diğer taraftan iman eden ve salih ameller işleyenler, “yaratılmışların en hayırlıları” olarak değerlendirilmiştir.

Kur'ân-ı Kerîm'de, “Allah'a çağıran, salih amel işleyen ve 'Kuşkusuz ben Müslümanlardanım.' diyenden daha güzel sözlü kimdir?” (Fussilet, 41/33) buyrulmaktadır.  Yüce Allah, dünya ve âhirette izzet ve şeref isteyenlere bu makama yükselebilmeleri için iki yol öğretir: “Güzel söz ve salih amel!” İman ve salih amel, aynı zamanda Allah nezdinde insanların değerini gösteren en önemli iki ölçüdür: “Sizi huzurumuza yaklaştıracak olan ne mallarınızdır ne de evlâtlarınız. İman edip salih amel yapanlar müstesna, onlara yaptıklarının kat kat fazlası mükâfat vardır. Onlar (cennet) odalarında güven içindedirler.” Âyetteki mesajı Allah Resûlü de şu şekilde özetler: “Allah sizin suretlerinize ve mallarınıza bakmaz, ancak kalplerinize ve amellerinize bakar.” (Sebe’, 34/37).

Kur'an'da, “Mallar ve çocuklar dünya hayatının süsüdür. Ama kalıcı salih işler (el-bâkıyâtü's-sâlihât) ise, Rabbinin katında, hem mükâfat yönünden hem de ümit bağlamak bakımından daha hayırlıdırlar.” buyrulmasına bakılırsa, “bâkî/kalıcı” olmasının, salih amelin temel vasfı olduğu söylenebilir. Ancak bu kalıcı iyilikler, kulun ölümünden sonra geride bıraktıkları ile beraberinde götürdüklerini ifade eder.

Salih amel, Müslümanların hem dünyaları hem de âhiretleri için büyük öneme sahiptir. Allah Resûlü, bir bedevînin kendisine insanların en hayırlısının kim olduğunu sorması üzerine, “Ömrü uzun ve ameli güzel olandır.” cevabını vermiştir. Hiç bitmeyecekmiş gibi süren dünya hayatının ve dünya nimetlerinin ansızın tükenebileceğine dikkat çeken Efendimiz, ashâbını şu sözlerle uyarmıştır:

“Yedi şey gelmeden önce (salih) ameller işlemede acele edin! Ne bekliyorsunuz? Her şeyi unutturan yoksulluğu mu, azdırıp saptıran zenginliği mi, sıhhati bozan hastalığı mı, bunaklaştıran ihtiyarlığı mı, ansızın geliveren ölümü mü, beklenenlerin en şerlisi olan Deccâl'i mi? Yoksa kıyameti mi? Ki kıyamet (hepsinden) daha dehşetli ve daha acıdır.”

 “Gecenin zifiri karanlıklarına benzeyen fitneler ortaya çıkmadan (salih) ameller yapmakta acele edin! Zira o zaman kişi mümin olarak sabaha çıkacak, kâfir olarak akşamlayacak yahut mümin olarak akşamlayacak, kâfir olarak sabaha çıkacak; dünyevî çıkarlar karşılığında dinini satacaktır.”

Kur'an'da Allah'ın rızası gözetilerek yapılmış olan her türlü iyi, güzel ve yararlı iş, “sâlihât” olarak geçmekte, bu işleri yapan kimseler de, “salihler” olarak anılmaktadır. Salih kimseler dünyada nasıl örnek gösterilmişse, âhirette de en kazançlı çıkanların başında olacaklardır. Kur'an'da bu kimseler, peygamberler, dosdoğru olanlar ve şehitlerle beraber Allah'ın nimete eriştirdiği kişiler arasında sayılmışlardır.

Allah Resûlü de, onların nail olacağı mükâfatları Yüce Yaratıcı'nın dilinden şöyle ifade etmiştir: “Salih kullarım için hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın işitmediği ve hiç kimsenin aklına gelmeyen şeyler hazırladım.” Nitekim daima salihlerle beraber olmayı arzulayan Hz. Peygamber, gerçek dostunun ancak Allah Teâlâ ve salih müminler olduğunu ifade etmiştir.

Salih kullar, kendileri için Allah'ın gönüllerde sevgi tohumlarını yeşerttiği güzel insanlardır. “İman edip de salih davranışlarda bulunanlara gelince; onlar için Rahmân, (gönüllerde) bir sevgi yaratacaktır.” (Meryem, 19/96).

Tam anlamıyla fesadın/ifsadın yani bozgunculuğun karşıtı olan salâh/ıslah kelimesinin özünde yapıcı olmak, iyileştirmek, düzeltmek, barış tesis etmek anlamları vardır. Yüce Allah, “Yoksa biz iman edip salih ameller işleyenleri, yeryüzünde fesat çıkaranlar gibi mi tutacağız?” (Sâd, 38/28) derken, salih amelin barış ve huzuru temin etme fonksiyonuna işaret etmiş olmaktadır.

Kur'an'da salih amelin, kötülüklerin ve günahların karşısında bir alternatif olarak sunulduğu görülür. Bu alternatif, kulun hem kendine yaptığı kötülükler, hem de başkalarının kendisine yaptığı kötülükler için geçerlidir. Allah Teâlâ salih ameli tevbenin bir parçası olarak bizlere takdim eder: “...Sizden kim cahillikle bir kabahat işler de sonra peşinden tevbe eder, durumunu düzeltirse, Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.” (En’âm, 6/54).

Gerçekten de inananlar, başkalarından gördükleri kötülükleri onlara iyilik yaparak gidermeye çalıştıkları gibi, başkalarına yaptıkları kötülükleri ve kendi günahlarını da ancak salih amelle düzeltebilirler. Başkasına yapılan bir haksızlık veya bir kötülüğün bağışlanması için sadece pişman olup tevbe etmek yetmez. O haksızlığı düzeltmek de gerekir. Örneğin gereksiz yere başkasının onuruyla oynayarak ve ona ait bir malı zimmetine geçirerek haksızlık yapan kimse, kıyamet günü gelmeden önce yaptığı bu haksızlığı telâfi etmelidir. Ya hak sahibiyle helâlleşmeli veya hakkını geri ödemelidir. Bunu yapmadığı takdirde işlediği salih amellerinden de olur.

Takva, Müslüman'ın salih amel işleyerek Allah'ın azabından kendini koruması anlamına geldiğine göre, salih amel sadece günahları silmekle kalmaz, aynı zamanda mümin için “takva” zırhına dönüşür ve günah işlemesine mani olur. Zaten Müslüman, “Nerede olursan ol Allah'a karşı gelmekten sakın; (işlediğin) bir kötülüğün arkasından hemen bir iyilik yap ki onu yok etsin...” nebevî buyruğu doğrultusunda hareket eder ve böylece kendisini korumuş olur. “Salâh, iyilik, güzellik”, müminin sadece ibadet hayatına değil, onun ahlâkına ve tüm davranışlarına yansımalıdır. O hâlde her mümin Sevgili Nebî'nin (sav) öğrettiği şu duayı sık sık tekrarlamalıdır:

 “...Allah'ım, beni amellerin en güzeline ve ahlâkın en güzeline kavuştur. Onların en güzeline ancak sen ulaştırırsın. Beni kötü işlerden ve kötü ahlâktan muhafaza et. Bunlardan ancak sen koruyabilirsin.”

Ölümü hâlinde kulun kendisiyle birlikte gidecek olan ve mizanın sevap kefesini kendi lehine ağırlaştıracak olan hiç kuşkusuz kulun salih amelleridir. “Her nefis yarın için ne hazırladığına bir baksın.” (Haşr, 59/18) ilâhî emrinde kastedilen hazırlık da salih amellerden başka bir şey değildir. Elbette Allah'ın rahmeti ve lütfu olmaksızın sadece işlediği iyi ameller sayesinde kul cennete giremez.45 Ancak müminin, âhirete dair kaygılarını azaltacak ve ebedî kurtuluş için bir umut kaynağı olacak iman ve salih amelden başka sermayesi de yoktur.

Şu hâlde, “Kim Rabbine kavuşmayı umuyorsa, salih amel işlesin ve Rabbine ibadette hiçbir şeyi O'na ortak koşmasın!” (Kehf, 18/110).

 

 

AVÂMIN VE HAVÂSSIN

TAHSİL TELÂKKÎSİ

Mahmud Sâmi Ramazanoğlu Hazretleri’ni ziyârete gelenlerden biri, hem muhterem üstâdın elini öpüp duâsını almak, hem de yanında getirdiği yeğenlerini tanıştırmak ister. Adamcağız:

“–Efendim! Bu delikanlılar Amerika’da okuyup mühendis oldular. Duâlarınızı istirhâm ederiz!” diye yeğenlerini takdim ettiğinde, Efendi Hazretleri tebessüm ederek onlara:

“–Fakir de Dârü’l-Fünûn mezunuyum. Fakat asıl tahsil, mârifetullâhın tahsîlidir!” buyurur.

Böylece bütün ilimlerin ancak mârifetullah ile bir kıymetinin olacağını, mârifetullah’tan mahrum bir dünyevî tahsilin kişinin ebedî kurtuluşu hususunda bir işe yaramayacağını ifâde eder.

Sâmi Efendi Hazretleri, Dâru’l-Fünûn’un Hukuk Fakültesi’ne girebilmenin ve oradan mezun olabilmenin bile çok zor olduğu bir zamanda, bu fakülteden yüksek dereceyle mezun olmuşlardır. Arzu etseler, herkesin tâlibi olduğu hukukla ilgili mesleklerden birini rahatlıkla icrâ edebilecekleri hâlde, herhangi bir kul hakkına girmeme hususundaki yüksek titizliklerinden dolayı bu haklarından ferâgat etmiş, maîşetlerini temin için de, bir işyerinin muhâsebe defterini tutmayı tercih etmişlerdir.

Fakat şu hususu da ifâde edelim ki:

Sâmi Efendi Hazretleri’nin bu tercihi, böyle mühim vazifeleri yapmamak gerektiği şeklinde anlaşılmamalıdır. Fakat bu mesleklerle iştigâl edecek olanların, ne kadar titiz davranmaları gerektiğinin bir ifâdesidir.

Velhâsıl, Allah ve Rasûl’ünde fânî olan Hak dostlarının her hâli, muhabbet, mârifet, ihlâs ve takvâ ile ihyâ olmuş bir gönlün yüksek hassâsiyetlerini yansıtmaktadır. Kulu Allah katında değerli kılan da bu hassâsiyetlerle yaşanan bir kulluk hayatıdır. Bunun içindir ki evliyâullah, bütün hâlleriyle bizlere dâimâ takvâ hassâsiyetini tâlim ve telkin etmişlerdir. Zira Cenâb-ı Hak, bizim de o güzel kullar gibi olma yolunda gayret göstermemizi arzu ediyor. Kıyâmetin o dehşetli infilâkında, evliyâullâha verdiği; “onlara korku yok, mahzun da olmayacaklar”6 müjdesine biz kullarının da nâil olmamızı istiyor. Bunun da güzel bir takvâ hayatı yaşamaya bağlı olduğunu bildiriyor.

Cenâb-ı Hak cümlemizi, peygamberlerinin, ashâb-ı kirâmın ve evliyâullâh’ın izinden giderek sırât-ı müstakîm üzere yaşayan, gönülleri takvâ hassâsiyetleriyle müzeyyen sâlih kullarından eylesin. Müslüman olarak yaşayıp müslüman olarak can verebilmeyi ve sâlihlerle birlikte haşrolunmayı lûtf u keremiyle ihsân eylesin.

Âmîn…

Dipnotlar: 1. Buhârî, Deavât, 68. 2. Ebû’l-Hasan en-Nedvî, İmâm-ı Rabbânî, s. 180-181. 3. Bkz. Yûsuf, 18. 4. Bkz. Hâkim, IV, 352; Heysemî, I, 87.  5. Bkz. Mustafa Eriş, Mahmûd Sâmî Efendi’den Hâtıralar, I, 20-21. 6. Bkz. Yûnus, 62.

 

 

ORUCU BOZAN ŞEYLER

Unutarak yiyen kişiye oruçlu olduğunun hatırlatılması gerekir mi?

Unutarak yemek içmek orucu bozmaz. Hz. Peygamber (s.a.s.) konuyla ilgili olarak şöyle buyurmuştur; “Oruçlu kimse oruçlu olduğunu unutup da yediği ve içtiği zaman, orucunu (bozmayıp) tamamlasın! Çünkü o oruçluya ancak Allah yedirmiş ve içirmiştir.” (Buhârî, Savm, 26)

Oruçlu olduğunu unutarak yiyip içen kişi, yaşlı, hasta, zayıf ve oruç tutmaya kuvvet getiremeyecek durumdaysa onu gören kişi oruçlu olduğunu hatırlatmamalı, oruç tutmaya kudret getirebilecek durumdaysa hatırlatmalıdır (Şürünbülâlî, Merâkı’l-felâh, 256).

Cünüp iken tutulan oruç geçerli midir?

Cünüplük oruç tutmaya engel değildir. İster cünüp olmayı gerektiren hal, oruca başlanmadan gerçekleşmiş olsun, ister ihtilam olma gibi orucu bozmayan bir sebeple oruçlu iken gerçekleşmiş olsun fark etmez. Ancak cünüp olan kişi, bir an önce yıkanıp temizlenmelidir. Cünüp iken üzerinden bir namaz vakti geçmemelidir. Guslün bir namaz vaktinden daha fazla süreyle ertelenmesi günahtır. Çünkü geciktirilirse namaz terk edilmiş olur (İbn Âbidin, Reddu’l-muhtâr, II, 98, 101).

 

 

İlk yorum yapan siz olun!
 1250 karakter yazabilirsiniz

Tabaklar Mah. Cumhuriyet Cad. İnci İş Merkezi No: 32 / 32 Bolu   Tel:   Faks: