• resmi ilanlar

RAMAZAN SOHBETLERİ

16/06/2017 11:00

Huşû / Allah'ın Azametini Hissetmek Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur:“Allah sizin suretlerinize ve mallarınıza bakmaz, ancak kalplerinize ve amellerinize bakar.” (M6543 Müslim, Birr, 34)

Vahiy kâtiplerinden Hanzala el-Üseyyidî bir gün Medine'de dolaşıyordu. Hz. Ebû Bekir es-Sıddîk ile karşılaştı. Hâlini hatırını soran Hz. Ebû Bekir'e, “Hanzala münafık oldu!” karşılığını verdi. Hz. Ebû Bekir, “Fesübhânallâh! Ne diyorsun!” deyince Hanzala içini dökmeye başladı: “Allah Resûlü'nün yanındayken, o bize cenneti, cehennemi o kadar canlı bir şekilde hatırlatıyor ki sanki gözlerimizle görmüş gibi oluyoruz. Efendimizin yanından ayrıldıktan sonra hanımlarla, çocuklarla, iş güçle uğraşmaktan (onun anlattıklarını) unutuveriyoruz.” Hz. Ebû Bekir, “Allah biliyor ya, biz de bu durumu yaşıyoruz.” dedi. Aynı dertten muzdarip bu iki sahâbî, hâllerini bildirmek üzere Allah Resûlü'nün yanına gittiler. Hanzala, kendisinden duyduğu şüpheyi, “Münafık oldum.” diyerek bu kez Peygamberimizin huzurunda dile getirdi. Efendimiz (sav), “Bu da ne demek oluyor?” diye sorunca Hanzala, Hz. Ebû Bekir'e söylediklerini tekrarladı: “Ey Allah'ın Resûlü! Senin yanındayken bize cennet ve cehennemi öyle anlatıyorsun ki sanki gözümüzle görüyoruz. Yanından ayrılınca hanımlarla, çocuklarla, iş güçle uğraşmaktan (anlattıklarını) unutuveriyoruz.” Bunun üzerine Resûl-i Zîşân, “Bu canı bu tende tutan Allah'a yemin ederim ki, benim yanımdaki ve ibadet ederkenki hâliniz sürekli devam edecek olsaydı, melekler evlerinizde, yollarınızda karşınıza çıkıp sizinle selâmlaşır, elinizi sıkarlardı. Gel gör ki, yâ Hanzala! (İnsan bu!) Bazen öyle, bazen böyle!” Efendimiz (bu son sözünü) üç defa tekrarladı.

 

Hz. Peygamber'in, ashâbıyla birlikte bulunduğu ortamlarda huşû zirveye ulaşıyordu. Ashâbı Allah Resûlü'nü öyle bir vakar ve sükûnetle dinliyorlardı ki onları görenler, sanki başlarında ürkütüp kaçırmaktan korktukları kuşlar var sanırdı. Allah Resûlü, bu huşû hâlinin ve hissettikleri derin duyguların onun yanından ayrıldıklarında yok olduğunu söyleyerek endişelenen ashâbına hem huşûun mükâfatını bildirmiş hem de bu hâli sürekli muhafaza etmenin zorluğuna işaret etmişti. Zira sürekli Allah'ı anmasına rağmen kendisinin dahi zaman zaman kalbinin perdelendiği oluyor ve hemen O'na istiğfarda bulunarak bu durumu telâfi etmeye çalışıyordu.

Sessiz ve sakin durmak, tevazu göstermek, boyun eğmek gibi anlamları olan “huşû” kavramı, insanın Cenâb-ı Hakk'ın huzurunda tevazu ve teslimiyet içerisinde bulunmasını, kalben ve bedenen O'na hürmet ve itaat ederek boyun eğmesini ifade etmektedir. Huşû insanın Allah'a imanının ve O'na eşsiz bağlılığının yalnızca kalp ile değil aynı zamanda saygı, edep ve vakar dolu bir duruş sergileyerek de ifade edilmesidir. Kur'an'da müminlerin en temel özellikleri arasında zikredilen kavramlardan olan huşû, âyetlerde tevazu, saygı duyma, boyun eğme, çaresizlik, seslerin kısılması, gözlerin yere eğilmesi gibi anlamlarda kullanılmış ve insanın Rabbine olan derin saygısının hâl diliyle gösterilmesi, kalbindeki teslimiyetin bedenine yansıması olarak anlaşılmıştır. Öte yandan huşû, yalnız insanın değil, tüm yeryüzünün âlemlerin Rabbine boyun eğmesi anlamında da kullanılmıştır.

Kur'ân-ı Kerîm, sahâbîlere ve onların şahsında bütün müminlere huşû içinde olmaları gerektiğini yani Allah'a karşı tam bir saygı ve teslimiyet içerisinde kulluk etme yükümlülüklerini şu ifadelerle hatırlatmıştır: “İman edenlerin Allah'ı anma ve O'ndan inen Kur'an sebebiyle kalplerinin ürpermesi zamanı daha gelmedi mi? Onlar daha önce kendilerine kitap verilenler gibi olmasınlar. Onların üzerinden uzun zaman geçti de kalpleri katılaştı. Onlardan birçoğu yoldan çıkmış kimselerdir.”

Kur'ân-ı Kerîm, her birinde vurgu farklı olsa da huşûu genel olarak, Allah'ın büyüklüğü karşısında yaratılmışların âcizliğini ifade ederken zikreder. Örneğin Zekeriyya (as) ve ailesinin umarak ve korkarak Allah'a dua ettiğini söyledikten sonra onların huşû sahibi yani Rablerine karşı derin saygı duyan kimseler olduklarını belirtir.

Huşûun özünde, ibadet ederken tazimle Allah'a yönelmek, bir diğer ifadeyle O'na itaat ve teslimiyete odaklanmak vardır. Bu yüzden Allah Resûlü, “Allah sizin suretlerinize ve mallarınıza bakmaz, ancak kalplerinize ve amellerinize bakar.” buyurmuştur. Özellikle namaz ve hac gibi bedenen yerine getirilen ibadetler huşû ile eda edildiğinde, kalbi huzur ve sükûnet kaplar. Mümin için o ibadetlerdeki birtakım bedenî zahmetler rahmete dönüşür. Kur'an'ın ifadesiyle namazın, kalplerinde huşû olmayanlara ağır gelmesi bu yüzdendir. Ayrıca Kur'an'da kurtuluşa eren müminlerin ilk özelliği olarak onların namazlarında huşû içerisinde olmalarının zikredilmesi de son derece önemlidir.

Her olayda sürekli Allah'ı hatırlayarak huşû içerisinde hareket etmek Peygamber Efendimizin en belirgin vasıflarından biriydi. Hatta onu görenler, oturuşundaki huşûu fark edip bundan etkilenirlerdi. Özellikle Rabbine yakarışı esnasında huşûu iyice belirginleşir ve herkes tarafından anlaşılabilirdi. Nitekim İbn Abbâs'ın anlattığına göre, Allah Resûlü, toprağın bir damla yağmura hasret kaldığı bir zamanda yağmur duasına çıktığında, gösterişsiz elbiseler giymiş, mütevazı ve yalvarır bir vaziyette aralık vermeksizin dua, yakarış ve tekbire devam etmişti. Çünkü Yaratan'ın karşısında insanın sadece bir kul olduğunu idrak etmesi duanın özüydü ve duaların da gönülden yapılması gerekiyordu. Bu nedenle Allah Teâlâ, peygamberlerin korku ve ümitle dua edip kendisine karşı huşû ile hareket ettiklerini bildiriyor ve Kur'an'daki kıssalarına bakıldığında bu vasfın tüm peygamberlerin ortak özelliği olduğu anlaşılıyordu.

Hz. Peygamber, başta namaz olmak üzere bütün ibadetlerinde de huşû ile hareket ediyordu. O, kulluk bilinciyle, sırf “şükreden bir kul olabilmek için” Rabbinin huzurunda duruyor, özenle kıldığı namazlarında uzun uzun kıyamda, rükûda ve secdede bulunuyor, Rabbine dua ediyordu. Allah Resûlü, her bir bölümünde ihlâsla Rabbine yakardığı namazlarının rükû kısmında O'na duyduğu huşûu şöyle dile getiriyordu: “Allah'ım, yalnız senin önünde eğildim, yalnız sana inandım, yalnız sana teslim oldum. Kulağım, gözüm, iliklerim, kemiklerim ve sinirlerim yalnız sana karşı huşû hâlindedir.”

Resûl-i Ekrem'in ve onu örnek alan kıymetli şahsiyetlerin huşû ile hayatlarını anlamlı kılma gayretlerine dair örnekler sayılamayacak kadar çoktur. En genel anlamda Allah'a gönülden teslimiyetin bir ifadesi olan huşû hâlinin bir Müslüman'ın karakterine tam olarak yerleşmesi, onun mütevazı ve ağırbaşlı olmasıyla yakından ilgilidir. Hz. Peygamber (sav), her yaştan insanın Allah ile sağlıklı bir bağ kurarken huşûdan yardım almasını tavsiye etmiş, meselâ, yetişkinlere göre daha dinamik ve gösterişli olmalarından dolayı olsa gerek, gençlerin böbürlenmeyip Allah'a karşı huşû içinde hareket etmelerini istemiştir.

Kişinin zihnen, bedenen, kalben hulâsa bütün varlığıyla Rabbine yönelerek O'na boyun eğmesini ifade eden huşû, mümin olmanın en belirgin özelliğidir. Bu özellik inananların bütün düşüncelerine, ibadetlerine, amellerine yansır. Elbette kişi ibadet ederek, Allah'ı anarak, Kur'an okuyarak huşûun tadına varabilir. Ancak huşû, sadece ibadetlere mahsus olmayıp hayatın her anında Allah'ın huzurunda Müslüman'ın takınması gereken bir kulluk tavrını ve edebi ifade eder. Bu hâli muhafaza etmek için insanın her an Rabbinin huzurunda olduğunun bilincini taşıması ve “ihsan” yani “Sen O'nu görmesen de O'nun seni gördüğünü bilerek Allah'ı görüyormuşçasına kulluk etme” şuurunu hayatın her anında canlı tutması gerekir. Dünyada bunu gerçekleştirebilen kullarına Cenâb-ı Hak âhirette mağfiret ve çeşitli mükâfatlar vaad etmektedir. Peygamber Efendimiz de Müslümanların huşû hâlini bir ömre yaymalarını arzulamış ve kendisi de şöyle dua etmiştir: “...Allah'ım, fayda vermeyen ilimden, huşû duymayan kalpten, doymayan nefisten ve kabul olunmayan duadan sana sığınırım. ”

 

 

ORUCU BOZAN ŞEYLER

Denize girmekle oruç bozulur mu?

Ağız ve burundan su kaçırmamak kaydıyla denize girmekle oruç bozulmaz. Fakat denize giren kimse, yüzme esnasında gelen dalgalar karşısında veya başka bir şekilde su yutabilir. Bu itibarla oruçlu iken denize girmekten kaçınmalıdır.

Yıkanmak orucu bozar mı?

Ağız ve burnundan su girip sindirim cihazına ulaşmadıkça oruçlu kimsenin yıkanması orucuna zarar vermez. Nitekim Hz. Aişe ve Ümmü Seleme validemiz Hz. Peygamber (s.a.s.)’in Ramazan’da imsaktan sonra yıkandıklarını haber vermişlerdir (Buhârî, Savm, 25). Bu itibarla, ağız ve burnundan su kaçırmamak şartıyla oruçlu kişi yıkanabileceği gibi, havuz veya denize de girebilir (Fetâvây-ı Hindiyye, Beyrut 1980, II, 199). Ancak yüzme esnasında su yutmaktan kaçınmak zor olduğu için ihtiyatlı davranmak uygun olur.

Oruçlu iken ihtilam olmanın veya cünüp olarak sabahlamanın hükmü nedir?

 

Oruçlu iken rüyada ihtilam olmak orucu bozmaz, gusletmeyi geciktirerek cünüp olarak sabahlamak da oruca bir zarar vermez. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.s.)’in Ramazan’da imsaktan sonra yıkandıkları hadis kaynaklarında (Buhârî, Savm, 25) yer almaktadır. Ancak, zorunlu bir durum olmadıkça, hemen boy abdesti alınmalıdır (Fetâvây-ı Hindiyye, Beyrut 1980, II, 203). 

İlk yorum yapan siz olun!
 1250 karakter yazabilirsiniz

Tabaklar Mah. Cumhuriyet Cad. İnci İş Merkezi No: 32 / 32 Bolu   Tel:   Faks: