• resmi ilanlar
Fatma Marmara [email protected]

IŞIDI

28.02.2016 17:08:32

1.Bölüm

1960’lı - 70’li yıllar, yokluk- yoksulluk, yiyecek- içecek, gazyağı kuyrukların olduğu dönemler.

Türkiye bir yandan uzun süre yaşadığı savaş yıllarının yaralarını sararken, bir yandan da gelişen teknolojiye ve dünyaya ayak uydurmaya çalışıyordu.

Henüz birçok yerde yol yoktu. Su evlerdeki çeşmelerden değil, sokaklarda ki pınarlardan akıyordu. İnterneti Televizyonu bir yana bırakın, daha elektrik bile küçük ilçelere, köylere, hatta bazı illere henüz gelmemişti.

Gaz lambalarımız vardı. Lambanın camındaki bir gün önceden oluşan simsiyah isi siler, camdan şişesinin içine gaz yağı koyar, fitilini keser geceye hazırlardık. Camını silerken kırdık mı yandık, öyle bulmak pekte kolay değildi. O camda öyle narin ince bir şeydi ki en ufak bir harekette kırılıverirdi.

Kömür ütüleriyle ütülerimizi yapardık. Sobaların, kuzinelerin üzerinde kaynatılan suları leğenlere koyup, çamaşırlarımızı elde yıkardık. Sakız gibi bembeyaz olmalıydı, sedirlere serilen o kanaviçeli, dantelli örtüler. Dimdik durmalıydı, hasır yastıklara dayanan, içine yün doldurulmuş kırlentler.

Telefon görüşmelerimiz için PTT giderdik, yazdırılıp beklerdik. Hat açılıp da sıramız gelince zar zor, yarı duyar, yarı duymaz konuşurduk.

Kara önlük üzerinde şapkalarımız vardı, polis - bekçi şapkası gibi. İşte o şapkalardan bir tanesini de Göynüğün meczuplarından biri olan İsmail, namı diyar “Işıdı” takardı.

Sadece şapka değil tabi. Paçaları çorabının içine sokulmuş allı güllü şalvar giyerdi. Ayağında kara lastik ayakkabı, Sırtında yünden örülmüş bir yelek. Saç sakal birbirine karışmış bir meczup.

Arıkçayırı Köyünden Göynüğe gelmiş, ruh ve akıl sağlığı yerinde olmadığından dolayı askerlikten muaf tutulmuştu.

Göynük’te Gazi Süleyman Paşa Hamamının Külhanında kalarak başlayan ve daha sonra şu anki Kaymakamlık binasının eski yerinde eğreti derme çatma bir barakada devam eden ve ardından son zamanlarında ona yapılan bir evde, sonlanmış bir yaşamdı onun ki.

Bir gün, çınarın altındaki Efe’nin kahvesinde, bir grup insanla beraber İsmail’de oturuyormuş. Göynük’e ise elektriğin yeni bağlandığı dönemler, bir kesilip bir geliyor. O gün akşam saatlerinde yine elektrik kesilip tekrar geliyor ve o anda İsmail sevinçle bağırıyor; “Işıdı, ışıdı” diye. O günden sonra İsmail’in ismi IŞIDI kalıyor.

İnsanlar ona Işıdı dedikçe, o bundan müthiş rahatsız olur, duymak istemezdi. Ama biz çocuklar muziplik olsun, normal olmayan birini kızdıralım diye Işıdı der kaçardık. O da bizim peşimize düşer kovalardı.

Ailelerimiz, “yapmayın yazık, ayıp. Bakın! İsmail üzülüyor, kendisine böyle seslenilmesini sevmiyor” Diye tembih ederlerdi ama biz çocuktuk işte. Bilemezdik Yaratanın katında ve büyüklerimizin gönlünde o meczubun ayrı bir yerinin olduğunu. 

Onun hafızalarda gönüllerde kalan yeri tabii ki çok başkaydı.

 

Devam edecek

YORUMLAR  (Toplam 1 yorum)

  • Burak Ketenci  (29.02.2016 18:29:56)

    Selamlar, Yazınızı okurken, televizyonsuz yıllardaki sohbetler ve o sohbetlerdeki samimiyet geldi aklıma. Bir de gaz lambasının kokusu... 2. Bölümü merakla bekliyorum. Saygılarımla...

  • Yorum yazın!
     1250 karakter yazabilirsiniz

    Yazarın son yazıları

    Yazarın TÜM YAZILARI

    Tabaklar Mah. Cumhuriyet Cad. İnci İş Merkezi No: 32 / 32 Bolu   Tel:   Faks: