• resmi ilanlar
Fatma Marmara [email protected]

ÖYLE BÜYÜK BİR SEVDA

15.02.2015 12:00:00

İlerleyen yaşına ve yorgun bedenine rağmen, dinçti kadın. Hâlâ da güzel…

Salona girdiğinde,  camın önünde yan yana duran üzeri kırmızı kadifeyle kaplı iki tane berjer koltuktan sağ taraftakinde eşi oturuyordu. Elinde tespihi, başında takkesi ve sırtında hırkasıyla; upuzun duran kirpiklerinin altından sevgiyle gülümseyerek baktı karısının yüzüne. Onun gelişiyle bir sıcaklık doldu salona. Adamın yaşlılık, hastalık, geçirdiği ameliyatlar ve yılların yorgunluğundan yıpranmış bedeni ısınıverdi adeta. Güneş doğuyordu sanki karısının her salona girişinde; bir aydınlık, bir huzur kaplıyordu etrafı.

Kadın diğer koltuğa oturmadan önce, kocasının ayağının dibinde yatan evin sevimli kedisi Minnoş’a takıldı gözü. Oda yaşlanmıştı iyice. Hanımını görünce şöyle bir gerindi. Onun yerde bıraktığı terliğine soktuğu ayağını çıkarmamaya özen göstererek sanki o da bu şekilde belli etmek istiyordu sevgisini.

Kadın yavaşça bedenini koltuğa bırakırken “Bu kadar koşuşturmak yoruyor artık beni!” diye düşündü. Elini yandaki koltuğa uzatıp, eşinin elini tuttu. Sevgi ile baktılar birbirlerinin gözlerinin içine. Dünyada her şeyden çok sevdiği, koca bir ömrü birlikte geçirdiği hayat arkadaşıydı. Hâlâ, delicesine âşıktılar birbirlerine ilk günkü gibi.

Tam o anda en küçük torunları salonun kapısında göründü, elinde tepsiyle. O bile bu yıl liseye başlamıştı. Hatta büyük torununun çocuklarını da görmek nasip olmuştu onlara.

“Şükürler olsun Mevla’m bu günümüze!” diye aklından geçirdi kadın. Bir yandan da tepsinin içinde, üzerinde mumların yandığı pastaya ilişti gözü. Unutmuş muydu acaba? Kimin doğum günüydü bu gün? Bir anda şimşekler çaktı zihninde. Nasılda çıkıvermişti aklından; bu sorun ve koşuşturmalar içinde. Öyle ya, bu gün evlenme yıldönümleriydi. Gözleri doldu. Mutluluk ve sevinç içinde tutamadığı damlaları, bırakıverdi yanaklarından aşağıya. Hızla yuvarlanmasına izin verircesine.

Daha on dört yaşında gördüğü, o günden beri bu sevgiyi hep aynı şekilde hissettiği, yine on yedi yaşındayken evlendiği kocası ile tam elli sekiz yıldır bir yastığa baş koymuşlardı. Dünyanın en yakışıklısı oydu; hâlâ da öyle! Gözünden bile kıskanırdı. O kıskanmaz mıydı sanki? Öyle çok kıskanırdı ki bazen korkuturdu bile.

Ona âşık olduğunda aynı okuldaydılar. Sevdiği kendinden birkaç yaş büyüktü. Çok güzel bir kızdı o zamanlar. Belindeki simsiyah örükleri, bileğinden kalındı her biri de. Yanağında ben vardı, sevdiğinin de. “O da âşıktı bana, etraftan gören, duyan, bilenler söylerlerdi.” diye düşündü edalı bir gülümsemeyle. Sazını çalarken şarkıların her bir mısrasındaydı sevdiği kızın ismi. Onaydı tüm besteler. Hatta aşkına dayanamadı, kara sevdaya yakalandı genç delikanlı. Yemeden içmeden kesildi, eridi günden güne. Küçük yaşta annesini kaybettiği için ve babasından da korkup çekindiğinden söyleyemedi bu sevgisini, kimselere. Sazıydı tek dert ortağı, kendineydi tüm besteleri de.

Küçük bir kasabada yaşıyorlardı. Korkuyorlardı çevreden ve büyüklerinden. Ne yapacaklarını da bilemiyorlardı. Dayanamadılar en sonunda. Her zorluğun karşısına geçip, göğüs gerip, kaçarak evlendiler.

Bir yıl sonra ilk kızları dünyaya geldi. Daha sonraki yıllarda diğer kızı ile oğlu doğdu. Yaşadıkları ortamda peşlerini bırakmayan olaylar, eşinin iş sorunu ve üç küçük çocukla hayat mücadelesi veriyorlardı. Burada olmayacaktı! Kendisi de çalışacağı bir yer olsa, böylece destek olurdu aile ekonomisine de. Birlik içinde her yerde yaparlardı el ele verince. Bu düşünce ile kasabadan ayrılıp, İstanbul’a geldiler. Aynı iş yerine girdiler. Bir günlerini bile birbirinden ayrı geçirmek istemediler.

Kolay değildi. On yedi yaşında daha ergenliğe yeni adım attığında evlendi. Üzerine titredi çocukları gibi. Bir çocuğu da oydu sanki. Acıktın mı? Üşüdün mü? Bu gün çok mu yoruldun? Neren ağrıyor? Haydi, hemen doktora gidelim!

Kendini düşünmezdi hiç bu şekilde. Aslında kocası da aynı değil miydi? Zaman zaman üzülüp kırılmışlardı birbirlerine ama bu sevgilerinden hiçbir şey eksiltememişti. Tam tersine; geçen günler, yaşanan zorluklar, olaylar, çekilen tüm çileler onları birbirine daha da kenetlemişti.

Kızlarının “Haydi masaya gelin!” diye seslenişiyle çıktı geçmişe ait düşüncelerinden. Oturdukları koltuktan kalkıp el ele tutuştular ve öyle el ele masaya oturdular. Son birkaç yıldır daha bir güçlü tutuyorlardı birbirlerinin ellerini. Güç vermekti aynı zamanda. Destek oluyorlardı birbirine düşmemek için de bu şekilde.

Torunu;

“Haydi dedeciğim, haydi anneanneciğim! Bir dilek tutun içinizden” dedi.

Yaşlı çiftin gözleri, kocaman bir aileye sahip olmanın verdiği mutlulukla ışıldadı. Sonra birlikte üflediler mumların alevlerine, alkışlar içinde. aynı şeyi düşünüp, aynı şekilde. Elleri ile birbirine yedirdiler kestikleri pastadan ilk lokmayı. Zaten hep öyle yapmadılar mı? Önce sevdiceğineydi tüm hizmetler. Sımsıkı sarıldı iki yaşlı beden birbirlerine. Birlikte yaşayıp yine aynı gün bu dünyadan birlikte gitmekti dilekleri sessizce. Ama biliyordu ikisi de içlerinden aynı dileği dilediklerini de.

Sevgi ve saygılarımla…

 

 

YORUMLAR  (Toplam 3 yorum)

  • Fatma Marmara  (20.02.2015 07:07:15)

    Ayşe Gülten Kırıcı ve Erdogan Suni değerli yorumlarınız için çok teşekkür ederim.

  • Ayşe Gülten KIRICI  (19.02.2015 20:21:57)

    Örnek alınacak bir sevda öyküsü. İsteklerin doyumsuz olduğu bir dünyada, emeğin birbirine kenetlediği iki koca yürekli sevdalının öyküsü ve anlatımınızla harikalar yaratmış. Tebrik eder, başarılarının devamını dilerim sevgili arkadaşım. Sevgiler.

  • Erdogan Suni  (17.02.2015 01:10:35)

    Harika bir yazi okudum okurkan cok mutlu oldum .Eski asklar simdi masal oldu Kutlarim

  • Yorum yazın!
     1250 karakter yazabilirsiniz

    Yazarın son yazıları

    Yazarın TÜM YAZILARI

    Tabaklar Mah. Cumhuriyet Cad. İnci İş Merkezi No: 32 / 32 Bolu   Tel:   Faks: