• resmi ilanlar
Fatma Marmara [email protected]

ARZUYA ULAŞAN AYAK İZLERİ

27.04.2015 00:00:02

1.Bölüm

“Bir insan bu kadar mı donar?”

“Soğuk, bu kadar çok yakar mı canını?”

“Rüzgâr; jilet gibi kesiyor, yüzümün açıkta kalan yerlerini. Kanadı, kanayacak sanki! Gözlüğüme kadar maskeyle kapalı olmasına rağmen, kırmaya çalışıyor adeta burun kemiğimi.”

 

“Arkadaşlarımda aynı durumda; sessiz, suskun, acı içinde. Saatler de ilerledi epey ve fırtına daha çok güçlenmeden ulaşabilsek hedefe.

 

İki genç öğrencisiyle birlikte çıkmıştı yola. Bu nedenle omuzlarında kat ve kat sorumluluk taşıyordu, 25 kilo ağırlığında olan, sırtında ki çantadan daha da ağır.

Ayakları sızlıyordu ama burnu daha çok sızlıyordu. O ikinci tırmanışta donmuştu burnu ve şimdi çok hassas olduğundan, ilk orası etkileniyordu.

 

“Dayanılmaz bir işkence” dedi kendi kendine “ama dayanmalıyım” diye mırıldandı belli belirsizce. Kararlı ve dik duruşunu elden bırakmamalıydı ki yanındaki gençlerde kendini bırakmasın. Daha önceden antrenmanlıydılar, defalarca düşmüşlerdi bu yola, defalarca tırmanmışlardı dağları ama bu defa başkaydı, daha yükseğe en yükseğe doruydu yolları. Kar, fırtına, çetin doğa şartlarına meydan okuyarak.

 

 

“Birlikte yola çıktığım genç arkadaşlarım da benden güç alıyor.” Diye düşündü. “Ben kendimi bırakırsam onlar nasıl dayanır? Zaten adımda Güçlü değil mi? Evet, adım gibi güçlü ve dayanıklı olmalıyım. Az kaldı zaten hedefe. Çoğu zorlukları geride bıraktık işte.”

Geçen haftayı hatırladı. Yola çıkmadan bir hafta önceydi. Aniden uykusundan uyanmıştı, ter için de. Uzandı, telefonunun saatine baktı. Daha yatalı iki saat bile olmamıştı. Gördüğü rüyanın etkisindeydi hala. Nasıl tutunamamıştı o tutamaça? Yıllardır rahatlıkla tırmanır, bana mısın demezdi. Gülümsedi, kafasını sallayarak. “Rüya işte. Ben de gerçekmiş gibi yorum yapıyorum.”

 

Tarih yaklaştıkça bir yandan da için için dağın büyüklüğü altında ezildiğini hissediyordu. Nasıl ezilmesin ki?

 

 

Bir yandan zirve yapabilme endişesi, bir yandan oluşabilecek riskleri düşünüyordu. Dağa çıkıldığında, kişilerin kendine bağlı riskleri vardı. Kendini tam tanımamak, yeterli olamamak, fiziksel kondisyon için iyi hazırlanamamak gibi. Güçlü Hoca bu konuda deneyimliydi ama genç öğrencilerinin bu kadar yükseklikle tecrübesi yoktu. Fatih; 5900 metreye çıkmıştı ama burası 7000 metreydi.  Emircan’la; Ocak ayında Ağrı Dağına beraber gitmişlerdi. 4400 metre denemesinde bile rahatsız olmuştu. Dinlenip, 4800 metreye çıkmışlar ama rahatsızlığı devam edince geri dönmüşlerdi.

Kendilerinin dışında gelişebilecek risklerde vardı elbet. Şiddetli fırtınaya yakalanmak, çok yoğun kar yağışı. Şu an yaşadıkları durum da işte tam böyleydi. Ayrıca, çığ düşmesi, hatta yukarıdan başlarına keçi düşme riskleri bile vardı.

 

Yorgunluk, yükseklik ve aşırı soğuğun etkisiyle müthiş bir ağırlık hissediyordu bedeninde. Dayanılmaz bir uyku basmıştı birden bire. Bir adım daha atacak hali kalmadığından, dik yamaçtaki kayanın dibine bıraktı sırtındaki çantasını ve çantanın üzerine de kendini. Uykuyla uyanıklık arası bir durumdaydı ve buraya kadar yaşadıkları bir film şeridi gibi yeniden gözlerinin önünden geçmeye başladı.

 

 

 

“O gün yola çıkarken aksiliklerde peşimizi bırakmadı”.diye düşündü. Valizlerini kaybetmişti bindikleri THY. Uçağı. Allah’tan önemli malzemeler yanlarında ki diğer çantalardaydı ama Fatih’in kıyafetleri ve yiyecekler o kaybolan valizdeydi.

Milli park girişinde kayıtlarını yaptırdıklarında büyük bir heyecan içindeydiler. Sanki ilk kez tırmanacaklarmış gibi.

Milli Parkın 2600m. civarında ki  Horny Vadisi’nden yürümeye başladılar. Yaklaşık 2 saatlik bir yürüyüşle 3200m. bulunan Confianza Kampına geldiler ve çadırlarını kurdular.

 

Ertesi gün baya üzücü, yorucu ve yorgunluktan bayılacak halde 4200m. Mulas Kampı geldiler. Hemen çadırı kurup, baharatlı bir bulgur pilavını yapıp, karınlarını doyurdular. Moralleri yerine geldi tabi. Oysaki o ilk geldikleri an “ne işim var burada?” diyorlardı. “Sırtımızda bu kadar yükle ne işim var?”

 

 

Sabah erkenden uyandı Güçlü Hoca, çocuklar daha uyuyordu. Şöyle bir aşağıya, buzulun oralara, vadiye doğru bakındı. Aşağıdan, vadiden güneş doğuyordu. “ Dün sızlanıyordum! Şimdi ise niye burada olduğumu anlıyorum.” Diye, var gücüyle, mutluluk sevinç içinde seslendi vadiye doğru. Sessizlikte yankılanan kendi sesi geldi geriye. Dünyanın bambaşka bir coğrafyasında olmanın mutluluğunu hissedip, kollarını iki yana açtı tüm doğayı kucaklamak istercesine.

 

Devam edecek.

İlk yorum yapan siz olun!
 1250 karakter yazabilirsiniz

Yazarın son yazıları

Yazarın TÜM YAZILARI

Tabaklar Mah. Cumhuriyet Cad. İnci İş Merkezi No: 32 / 32 Bolu   Tel:   Faks: