• resmi ilanlar
Fatma Marmara [email protected]

ARZUYA KAVUŞMAK İÇİN 2.bölüm

04.05.2015 00:00:03

Günün ilk ışıklarının süzülüşüne, yukarıdan tanık olmanın mutluluğu doyumsuzdu. “Neden dağları seviyorum?” Sorusunun cevabı buydu işte. O sırada iki genç öğrencisi de kalktı. Kahvaltılarını yaptılar.

 Biraz yukarılara doğru yürüyüp 500 metre daha yükselmeye karar verdiler. Bir taraftan da sohbet ediyor, gülüp eğleniyorlardı. Dağda bu çok önemliydi. Moralleri çökerse, güçle birlikte her şey biterdi. Hiç farkına varmadan 4900metreye gelmişlerdi bile. Bir saat kaldıktan sonra koşarcasına 4200 metrede ki plaza de Mulas Kampı’na geri indiler.

Yanlarına 3-4 gün kadar yetecek olan yiyeceklerini de alıp, tekrar yürümeye başladılar. 4900metrede ki kampta buzullardan gelen ve sabahları donmuş durumda olan ufak bir derenin kenarına çadırı kurdular. Ertesi gün 5100 metrede bulunan Plaza Canada Kampı’na yükseldiler. Geceyi burada geçirip, günün aydınlanmasıyla birlikte yola çıktılar.

5380 metrede bulunan Nidode Condores Kampı’na kadar yükseldiler. Üzeri buz tutmuş göletten buzları kırarak aldıkları su ile demledikleri çayın tadı hem tuzlu hem de acıydı. Sular o kayalarda ki mineralleri de alarak indiğinden bu acılık oluşuyordu.

“Memlekete bir gidelim adam gibi bir çay içeriz” dedi Güçlü Hoca. O gece aşağıda ki kadar rahat uyuyamadılar. Aktivasyon ve yukarıya uyum sorunu yaşıyorlardı. Oksijen yetersizliği, alışkın olmadıkları bir çevre etkilemişti onları. Zirve yapıp da bu kampa dönenlerden, yukarısı ile ilgili hoşlarına gitmeyecek bilgiler geldi.  Yukarıda korkunç bir rüzgâr çıkmıştı!

6100 metrede ki Colera Kampı’nda birçok çadırın patladığının haberiydi bu. Arama kurtarma görevlileri “Bu gün hava böyle ve ondan sonraki üç gün hava çok kötü olacak. Daha sonra süper bir hava var. Eğer, zirveye gidecekseniz bu günü bekleyin” dediler. Moralleri bir anda sıfıra düştü.

Zamanları çok kısıtlıydı. Üstelik ellerinde ki yiyecek miktarı, bu kadar süre içinde yetmeyebilirdi. Bir kez daha kaybolan valiz ve içinde ki yiyecekler için üzüldüler. Hiç hesaba katmadıkları durumları yaşıyorlardı.  Dağa çıkmadan önce yeniden alışveriş yapmışlardı ama ellerindeki kalan paraları ile ancak sınırlı miktarda alabilmişlerdi. Günlerce çadırdan hiç çıkamadan, kaldıkları oluyordu. Böyle bir durumla karşı karşıya kaldıklarında hem aç kalmamak için hem de çadırda zaman geçirebilmek için yiyecek ve çerezin fazlaca olması gerekiyordu.

3200metreden sonra etrafta çöl gibi kayalar ve buzullardan başka, bitki namına hiçbir şey olmadığından farlı bir beslenme şansları da yoktu. Bir sabah kahvaltısı, birde akşam yemeği yiyorlardı. Yiyecekler yetsin diye arada ki öğünlerde bir şey yemiyorlardı.

Akşam yağmaya başlayan kar ve korkunç fırtınadan dolayı dışarıya da çıkamıyorlardı. Ertesi gün öğlen saatlerinde Polonya ve Almanya ekipleri ile bir araya gelip, karla kaplı dağlarda yolu beraber açarak, birlikte gitmeye başladılar. Tek sıra olup biri 10-15 adım atıyor, sonra o yana çekiliyor; sırada ki devam ediyor ve o, en arkaya gidiyordu. Bu şekilde dönerek, donmamak için yapılan yürütüşle devam ettiler ve 6100 metreye kadar yükseldiler. Ancak yoğun kar yağısı yüzünden devam edemeyince, yiyeceğin ve sabrın da bitmesi ile 5400metrede ki ana kampa zorlu bir iniş gerçekleştirdiler.

O gece kampta, ellerinde CPS olan iki gençle tanıştılar. Yağan kar ve fırtına nedeniyle yollar kapandığından, Güçlü Hoca gençlere; birlikte iz açarak gitmeyi teklif etti. “ Siz CPS ile yolu gösterin, biz iz açalım. 6000metreye kadar bizi götürün, gerisini buluruz” dedi. Gece saat 04.00 de onların hareketlendiğini gören birkaç grupta takıldı peşlerine. Önlerinde 1500metre irtifası olan oldukça uzun ve yüksek bir yol vardı.

6100metrede ki kampa geldiklerinde hava yavaş yavaş aydınlanmaya başlamıştı. Orada küçük kulübeler vardı. Fatihin ayakları çok üşüdüğünden ocağı çıkarıp, ayaklarını ısıttılar. Yanlarında kalan, son yiyecekleri olan birkaç çikolata ve krakeri yediler; çaylarını yudumladılar ve yeniden yola düştüler.

6300metreden sonra vücutları iyice yorulmaya başladı. 6500metrede ki yan geçiş, geçidini geçince zirveyi gördüler ama daha zorlu ve uzun yolları vardı daha önlerinde. Bu arada korkunç bir sersemlik başladı.  Belki susuzluktan, belki açlıktan, belki sadece yükseklikten ya da çok üşümekten… Güçlü Hoca, çok sık nefes alıp vermeye başladı. Göğsünde bir daralma hissediyordu.  “ Nefes alamıyorum” dedi kendi kendine. Çantasının üzerinde yatarken “çocuklarda aynı durumda, kalk, bırakma kendini, güç ver onlara” diyerek söylendi kendine. Son bir gayretle kalktı.

Nasıl gittiklerini hatırlayamayacakları bir duruma gelmişlerdi. Sürüne sürüne bu şekilde zirveye vardılar. Bayrak ve flamaları dikmeleriyle birlikte, kendilerini yere attılar. Ne kadar yattıklarını hatırlamıyorlardı bile ama başarmışlardı sonunda.

“Üç Kıta Bir Maraton” Projesi kapsamında başlamıştı bu yolculukları. Afrika kıtasının en yüksek noktası olan Kilimanjaro Dağı’na ve Avrupa’nın en yüksek noktası Elbruz Dağı’na çıkmışlardı. Şimdi ise üçüncü olan Güney Amerika’nın en yüksek yeri Aconcagua Dağı; namı diyar “Taş Bekçi”de dalgalandırmışlardı gururla bayrak ve flamaları.

Sayın Yrd. Doç. Dr. Güçlü Özen, Sayın Fatih Palabıyık ve Sayın Emircan Uysal Beylere teşekkürlerimi sunuyorum.

Sevgi ve saygılarımla..

Fatma Marmara

Fotoğraflar: Alıntıdır.

 

 

İlk yorum yapan siz olun!
 1250 karakter yazabilirsiniz

Yazarın son yazıları

Yazarın TÜM YAZILARI

Tabaklar Mah. Cumhuriyet Cad. İnci İş Merkezi No: 32 / 32 Bolu   Tel:   Faks: