Geçenlerde elektronik posta arşivimi karıştırırken, Türkçemizin değişimi ile ilgili güzel bir örnek buldum:
1960 lar
"Karşıma âniden çıkınca ziyâdesiyle şaşakaldım. Nasıl bir edâ takınacağıma hükûm veremedim, âdetâ vecde geldim. Buna mukâbil az bir müddet sonra kendime gelir gibi oldum, yüzünde beni fevkalâde rahatlatan bir tebessüm vardı. Üstümü başımı toparladım, kendinden emin bir sesle 'akşam-ı şerifleriniz hayrolsun' dedim."
1970 ler
"Karşıma birdenbire çıkınca çok şaşırdım. Ne yapacağıma karar veremedim, heyecandan ayaklarım titredi. Ama çok geçmeden kendime gelir gibi oldum, yüzünde beni rahatlatan bir gülümseme vardı. Üstüme çeki düzen verdim, kendinden emin bir sesle 'iyi akşamlar' dedim."
1980 ler
"Karşıma aniden çıkınca fevkalâde şaşırdım. Nitekim ne yapacağıma hüküm veremedim, heyecandan ayaklarım titredi. Amma ve lâkin kısa bir süre sonra kendime gelir gibi oldum, nitekim yüzünde beni ferahlatan bir tebessüm vardı. Üstüme çeki düzen verdim, kendinden emin bir sesle 'hayırlı akşamlar' dedim."
1990 lar
"Karşıma birdenbire çıkınca çok şaşırdım. Fena hâlde kal geldi yani. Ama bu iş bizi bozar dedim. Baktım o da bana bakıyor, bu iş tamamdır dedim. Manitayı tavlamak için doğruldum, artistik bir sesle 'selâm' dedim."
2000 ler
"Abi, onu karşımda öyle görünce çüş falan oldum yani. Oğlum bu iş bizi kasar dedim, fena göçeriz dedim, enjoy durumları yani. Ama concon muyum ki ben, baktım ki o da bana kesik… Sarıl oğlum dedim, bu manita senin. 'Hav ar yu yavrum?'”
Yıl: 2026
"Ven ay vaz si hör, ben çok yâni öyle işte birden… Off, ay dont nov âbi yaa.. Ama o da bana öyle baktı, if so âşık len bu manita.. 'Hay beybi..’”
*****
Genel olarak dil bir iletişim aracı olarak tanımlanır.
Dil ile insan hem kendisi, hem de kendi dışında ki insanlarla ilişki kurar ve ortak bir alan oluşturur ve o alanı yine nesilden nesile dil vasıtasıyla aktarır.
Dil yoluyla oluşturulan ve aktarılan bu alan kültürel alandır. Bu da millet olabilmenin olmazsa olmazlarından biridir.
Günümüzde Türkçe, neredeyse ana dilimiz olduğunu unutturacak ölçüde yabancı kelimelerle dolduruluyor, kendi kelimelerimiz acımasızca dışlanıyor. Her gün gündemde olanlar, halkın karşısına çıkanlar, kendisini aydın olarak tanımlamaya çalışanlar, basın yayın kuruluşları ve en önemlisi ilgi çekmeye çalışan şahıslar yabancı kelimeleri kullanmaktan oldukça mutlu görünüyorlar.
Çevremize baktığımızda sanki başka bir ülkede yaşıyor gibiyiz. Caddeler, sokaklar yabancı adlar nedeniyle işgal altında. İngilizce, Fransızca vs. kelimeler dükkanlara, alışveriş merkezlerine, ürünlere vb. iliştirilip ne idüğü belirsiz şekillere sokuluyor. Bunları söylerken de her kafadan bir ses çıkıyor.
Küreselleşme yerine globalizm, tamam yerine okey, kontrol yerine çek etme, TV’ye TiVi dedik mi kültürlü kişi oluyoruz.
En önemlisi de gençlerin vazgeçilmez aksesuarı olan MP3 ve MP4 lerin telaffuzu…
Ne diyor gençler? Em Pi üç ya da Em Pi Dört…
Yani altı kaval, üstü şeşhane…
Sadece gençler dese iyi…
Kendilerine "entel" denilen bir kısım insan, kendi diline, alfabesine yabancılaşmayı evrensellik sanıyor.
Gençlerin kendi dilini ikinci sınıf, yetersiz bir iletişim aracı olarak görmesi çok sakıncalı bir durumdur.
1930'ların Almanya'sına, tedavi için gelmiş olan Ahmet Haşim, Frankfurt penceresinden bakışlarını anlattığı “BİZE GÖRE FRANKFURT SEYAHATNAMESİ” isimli eserinde;
“Bir toplulukta ahlak ve geleneklerin ne biçim değiştiğini, sözcüklerin başkalaşımında görmek gerekir.” demişti.
Neredeyse, ana dilimizin Türkçe, anavatanımızın Türkiye olduğunu unutuyoruz.
Acaba Ahmet Haşim bundan 80 yıl öncesinde bu günleri mi kastediyordu?
NOT : Geçen hafta yayımlanan yazımda bahsettiğim konuya ilişkin olarak telefon ile bana ulaşarak bilgilendiren İzzet Baysal Devlet Hastanesi Başhekimi Sayın Dr. Hüsetin İKA’ya duyarlılığından dolayı teşekkür ederim.
Tamer abi. Yazılarınızla ufkumuzu açıyorsunuz. Zevkle yazılarınızın devamını bekliyoruz...