• resmi ilanlar
Fevzi Saçlı

BİR SARHOŞUN KABİR SORUSU

16.03.2013 00:00:04

 

Bingöl’den gelmişlerdi. Geçimlerini sağlayabilmek için bir yandan Gavurdağlarından getirilen tomrukları hızarlarında biçip kereste olarak satarak, kaçakta olsa para kazanıyor diğer taraftan da ziraatla uğraşıyorlardı.

            Yeni bir yerleşim yerine geldiklerinden oranın örf ve adetlerine hemen uymak oldukça zordu ama ellerinden geldiği kadar uymaya çalışıyorlardı. Ama uyum konusunda sadece kendilerin gayreti yeterli olmuyordu. Yöredeki insanlarında kendilerini kabul etmesi gerekiyordu.Bunun ne denli zor olduğu da bilinen bir gerçekti.

            Eskiden beri burada oturanlarla dışarıdan gelenlerin anlaşabilmeleri için dışarıdan gelenlerin biraz tahammüllü olmalarının gerekli olduğu su götürmez bir gerçektir. Zira eskilerden biriyle dalaşmaya kalkışanın sonradan gelene söylenecek ilk söz ‘’Dağdan gelip de bağdakini mi kovacaksın ulan’’dı?

            İlk zamanlar, o yöreden ne oğluna gelin, ne de kızına koca bulabilirdi sonradan gelenler. Zamanla iyi ilişkiler kurmak suretiyle çevre edinilebilir. Ama aradan yüz yıl da geçse sonradan gelen yeni bir kumaştaki yama gibi sırıtır. Aynı aşiretten olmamaktan dolayı birçok ıstıraplar yaşandığı bir gerçek olup kimse bunu inkâr edemez.

            Bu aile sırt sırta vermiş gece gündüz çalışıyordu. Çünkü kendilerini dibi görünmeyen bir kuyuya atlamış olarak kabul ediyorlardı. Ya bu kuyudan çıkacaklar yahut da batıp gideceklerdi. Onun için devamlı yüzmeleri gerektiğine inanıyorlardı.

            Ziraatı de memleketlerinde yaptıklarından bir türlü bırakamıyorlardı. Zira toprak gibi vefalı bir dostun olmadığının bilincindeydiler.

            Yerli halk gibi yan gelip yatmıyorlardı. Tohumu toprağa attıkları günden itibaren hasat sonuna kadar hiç tarladan çıkmıyorlardı. Onların bu denli sadık bir dost olduğunu gören toprakta, onların emeğinin karşılığını fazlasıyla veriyordu.

            Yerliler sonradan aralarına gelen bu ailenin bu denli çalışmasını ve de topraktan kendilerinin en azından iki katından fazla ürün almalarını kıskanıyorlardı. Ama bu kıskançlıklarını dışa vurmuyorlardı.

            Gün geldi kızını yerlilere verdi, gün geldi oğulları da yerlilerden evlendiler. Ailenin toplu hücum toplu müdafaa yapan bir futbol takımı gibi ahenk içinde çalışmasından dolayı adım adım ilerleyerek kendilerine kuşkuyla bakan ve de onları kıskanan aileleri fersah fersah geride bırakarak parmakla gösterilen bir aile konumuna geldiler.

            Ziraatla uğraştıkları tarihlerde fasulye ekiyorlardı. Fasulyeyi de sık sık sulamak gerekiyordu. Zira fasulye ektikleri toprak su tutmayan, çorak olma tehlikesi de olmayan bir topraktı.Ne kadar sularsan sula ertesi gün hiç sulanmamış gibi oluyordu.Gavurdağından gelen su kanallarla her bahçeye veriliyordu.Tabii geniş bir alan olması yanında narenciye de olduğundan,bu yörede en kıymetli şey suydu.Zaman zaman münavebeli verilmesine rağmen su yüzünden kavgalarda oluyordu.

            Yerliler arasındaki bu su kavgaları iki büyüğün araya girmesiyle sonuç barışla bitiyordu. Bu arada bu kavgalardan mümkün mertebe uzak kalmaya çalışan bu aileyi de çekemediklerinden, sıra bunlara gelince suyun dağıtımının yapıldığı yerden suyu başka tarafa çevirerek onların tarlalarını sulamalarına engel olmaya çalışanlar vardı. Bu ailenin Tarlasının buraya çok uzak olması dolayısıyla, buraya gelip, buradan kendi taraflarına çevirmeleri gerekiyordu.

            Yine bir gün fasulyeyi sularken suyu kesmişlerdi. Babası Mehmet Oğuz’u suyu kendirlerden tarafa çevirmesi için subaşına göndermişti. Mehmet Oğuz gelip suyu kendi tarlalarına çevirdi. Tarlalarına geri döndü. Mehmet Oğuz’un tarlaya gelmesinden on, on beş dakika sonra tekrar kesildi. Babasının talimatıyla Mehmet Oğuz yine su başına gidip suyu kendi tarlalarından tarafa çevirdi . Mehmet Oğuz’un tarlaya gelmesinden on, on beş dakika sonra yine su kesilince, babası bu kez Mehmet Oğuz’a ‘’Git, suyu bu tarafa çevir. Orada kuytu bir yerde de bekle. Suyu başka yöne çevireni yakala. Gereğini yapalım ona da. ’diyerek Mehmet Oğuz’u üçüncü kez subaşına gönderdi.

            Mehmet Oğuz üçüncü kez subaşına geldi. Suyu kendi tarlalarından tarafa çevirdi. Sonra da, su tevzi yerinin yanı başındaki yol kenarındaki mezarlardan birinin taşına dayanarak oturdu. Çalışmanın yanında on kilometreye yakın yol yürüdüğünden yorgun ve bitkindi. Oturup da sırtını mezarın taşına dayayınca orada sızıp kalmıştı.

            Birinin, Mehmet Oğuz’un yakasından tutup sarsarak ‘’Rabbin kim? Nebin kim? ’diye sorunca, soru karşısında bir anda vücudundan soğuk terlerin boşandığını hisseden Mehmet Oğuz, öldüğünü, karşısındakinin de kabir meleği olduğunu sanarak, ’Rabbim Allah. Nebim Muhammet. ’diyerek cevap verdikten sonra, can havliyle ve de heyecanla birden yerinden fırlayınca, onun melek sandığı adamın sırt üstü yolun içine düştüğünü gördü. Yolu aydınlatan lambanın ışığında adamın o yörenin namlı sarhoşlarından biri olduğunu fark etti. Nispeten rahatladı. Âmâ hala korkudan tir tir titriyordu. Aradan bir süre geçince heyecandan dışarı fırlayacak gibi küt küt atan kalbi sakinleşti. Ölmemişti. Hala yaşıyordu. Âmâ neredeyse durduğu yerde korkudan ölecekti Mehmet Oğuz. Peki, bu sarhoşun, bu soruları akıl edipte sormak nereden aklına gelmişti? Doğrusu inanılacak gibi değil.

Not: Mehmet Oğuz gerçekten öldü. Nedense bu defa yerinden fırlayıp kalkamadı. Nur içinde yat Mehmet Oğuz abi emi.

 

                                                           HOŞÇA KALIN

 

İlk yorum yapan siz olun!
 1250 karakter yazabilirsiniz

Yazarın son yazıları

Yazarın TÜM YAZILARI

Tabaklar Mah. Cumhuriyet Cad. İnci İş Merkezi No: 32 / 32 Bolu   Tel:   Faks: