• resmi ilanlar
Fevzi Saçlı

KUDUZ KENDİ ÖLÜRKEN DALADIĞINI DA ÖLDÜRÜR

23.03.2013 00:57:57

 

9 Eylül 1963 yılında, 20-21 Mayıs olayları dolayısıyla harp okulundan teğmen olmamız üç dört gün kala bizi atan hükümet ile o zamanlar acem kılıcı gibi iki tarafı da kesen, genel kurmay ve de kara kuvvetleri komutanlığı bizi lise mezunu diye sokağa bırakmışlardı.

Demokrasi kisvesi altında, yasalarla kedinin fare ile oynadığı gibi oynayarak, memleketi yönetenler, var olan Papanın yanında, kendilerinin de Papanın yanındaki kardinallerden, farklarının olmadıklarını göstermeye çalışıyorlardı.

Gerçekte, durum tamamen farklıydı. Demokrasiyle idare edilen memleketlerde yönetimler, kanunlara bağlı olarak hareket etmelerine rağmen, o devirlerde, kanunlar yöneticilerin keyiflerine bağlıydı. Şimdi de bu marazdan kurtulmuş değiliz ya...

Tevhit dini olan İseviliği iki tanrılı din haline getiren Rum madrabazlar gibi kurulmaya çalışılan düzeni Pavlos gibi temelden yıkmaya çalışanlar, çok geçmeden, kendilerinin her devirde cahil diye niteledikleri halk tarafından, bir kalemde çöpe atılınca şeytan çarpmışa döndüler.

Anadolu’dan gelen, kendilerinin anlayışına göre, biz devşirmelerin okuldan atılmasıyla etrafa bir gözdağı vermek, toplumun tırsması için yerinde bir hareket olacaktı. Ve de bunu yaptılar.

Sonradan yazdıkları hatıratlarında papanın önünde günah çıkartan, İseviliği benimseyen biri gibi günah çıkarmaya çalıştıklarını zaman zaman okuduk. O gün için bizim koskocaman adam sandığımız, daha doğrusu gözümüzde büyüttüğümüz bir yığın insanın, hiç de öyle olmadıkları zamanla anlaşıldı. Meğerse bizler yanılmışız. Onları güneş batarken gördüğümüz için öyle sanıyormuşuz. Zira bir yerde cücelerin dev gibi görünmesinin nedeni, o yerde güneşin batmakta olduğunun işareti olduğu halde yaşamımızın baharında olduğumuzdan bunu anlayamamışız.

Onlar ve onlardan sonra gelen kuşaklar bulundukları konumu garantiye almak için dün olduğu gibi bu günde büyük depremler oluşturmaya çalışıyorlar ama onların bu tutumuna karşılık halk da bayağı bir ilerleme kaydetti diyorum. Ama daha elli yıllık bir sürenin gerektiğine de inanıyorum.

Polonya’nın işgali sırasında çocuklara komünizmin faziletlerinden dem vuran öğretmen bir gün öğrencilerden birini kara tahtaya bir cümle yazması için çağırmış. Çocuk kara tahtaya “Dün bizim köpek sekiz yavru doğurdu. Bu sekiz yavrunun sekizi de komünist” diye yazınca öğretmen Ektiğinin karşılığını aldığı için ziyadesiyle mutluymuş.

Günler sonra okula müfettiş gelmiş. Öğretmen durumun oldukça sevindirici olduğundan dem vurmuş. Ders saati gelince de müfettişle beraber derse girmişler.

Dershane de, müfettiş bir öğrenci kalksın da bir cümle yazsın deyince, daha önce tahtaya cümle yazan öğrenci fırlayıp kara tahtaya gidip tebeşirle “Bizim köpek geçen gün sekiz yavru doğurdu. Bu yavruların sekizi de demokrat” diye yazınca dershanenin öğretmeni çıldırmış adeta

“Geçen gün komünist yazmamış mıydın” deyince, öğrenci “O zaman gözleri açılmamıştı öğretmenim” deyivermiş.

Sonradan nasıl olduysa ağzımıza bir parmak bal sürerek kendilerine kin ve nefretle bakan bizlerin sempatisini kazanmak istediklerinden bizleri üniversitelere yerleştirmek için bir hamle yaparak güya bizi imtihana tabi tuttular. Laf ola kolay gele kabilinden bir imtihandı bu. Ben Eskişehir de İktisadi ve ticari ilimler akademisi olduğunu bile bilmiyordum. Ve de böyle bir okulun varlığından haberim olmadığı halde, kendimi, bu bilmediğim okulun imtihanını kazananların listesinde görünce şaşırmıştım.

Bu kırk yılın başı, silahların gölgesinde iktidar gören Sayın İnönü hükümeti ve onun uskur suyunda giden genelkurmaydaki, o devirde silahların gölgesinde yiğitleştikçe yiğitleşen paşaların marifetiydi.

Bu silahların gölgesinde kahramanlık taslayanlar gün olmuyordu ki birbirini yemeye kalkışmasınlar. Suriye’yi geçmiştik. Erken kalkan bir şeyler yapmaya kalkışıyordu o günlerde. Önlerindeki nimetleri bir türlü paylaşamıyorlardı. Aza kanaat eden kimse yoktu.

Tahranda bir arkadaşım anlatmıştı. Humeyni’nin oğlu İsviçre’de bir lokanta da yemek yerken, Humeyni rejimine muhalif olan bir İranlı garsonu yanına çağırıp Humeyni’nin oğlunu işaret ederek, “Bayım o adama gereğinden fazla ilgi gösterin. Zira Onun babasının İran’da altmış milyon ineği var: Sizleri bahşişe boğar İnanın” diyerek garsonlara tüyo vermiş.

Ve de sanırım o sıralarda onlarda yurttaşları o gözle görüyorlardı.1960, 1961, 1962, 1963 yıllarında olan olaylar neyin nesiydi öyle.

Birbirlerini yemeleri gerekirken, nasıl ki kedi yavrusunu yerken sıçana benzetirse, onlarda birbirleriyle kıyasıya dövüşürken sanırım bizleri sıçana benzetip yemeye kalkıştılar.  

İşin garip tarafı, bu işlerde en önde gidenlerin hepside Atatürkçü olduğunu iddia ediyorlardı. Ben sanmıyorum ki Rahmetli Atatürk’ün erken kalkan ihtilale teşebbüs etsin diye bir vasiyeti bulunsun.

O gün iktidarı kaza kudret elde edipte yetkilerini hoyratça kullananların cezasını bu gün iktidar yüzü göremeyen çocukları çekiyorlar.

Ama onların çocuklarının hepsi babalarının konumlarından dolayı o günkü devlet imkânlarıyla en güçlü okullarda okuyarak bu gün karşımıza çoğu prof olarak çıktılar. Babalarının yolundan giderek, bunlarda kendi sulbünden gelenlerin hayatını garantiye almak için çırpınıyorlar. Ama babalarının yaptığı hataların ceremesini çekiyorlar.

Bu memlekete, babalarıyla aynı pencereden ve de aynı numaralı gözlükle bakmalarından dolayı bunların, vananın kontrolünü ele geçirmek şöyle dursun, yanına yaklaşmaları bile ancak bir kaç nesil süreceğe benzemektedir.

Kısacası bizlerin, Amerika birleşik devletleri hazinesinde karşılığının altın olarak bulunduğuna inandığımız dolar gibi sandığımız bir yığın adamın, gün ışığına çıkınca sahte olduklarının farkına vardık. İnanın dünyamız yıkıldı adeta.

Benim ifademi alıncaya kadar kısa bir sürede tam on yedi defa anama avradıma küfreden savcı şimdi nerede acaba? Edepsiz diyorum zira At’a da it’e de soy gerek. Edepsiz olmazsa bana bir cümlenin haricinde tek kelime söyletmeden ifade yazar mıydı bu kulun kulu olan adam.

Kızılay’dan geçerken eşi “Hayatım, bu akşam bir ihtilal havası var. Sende böyle bir koku alıyor musun?” diyen zavallılarla da karşılaştık, taparcasına sevdiğim o üniformayı giyenlerin içinde. Aynı otomobille görev yerine koştuklarını söyleyen üç omuzu kalabalık subayımızın, geldikleri otomobilin ne rengini ne de markasını bilememeleri garip değil miydi?

Ve de bunlardan biri Manisa ilimizin senatörü,  sonradan da İzmir ilimizin milletvekilliğini yaptı. Bir diğeri de Ereğli demir çelik fabrikası yönetim kurulu üyeliği yaparken ne yaptıysa gazetelerin ilk sayfalarında kamuoyuna teşhir edilmişti. Şayet hafızam beni yanıltmıyorsa.

İşin özetine gelince;

Neler geldi neler geçti felekten

Duyulmadı deve geçti elekten           

 

Bu gün heyheylerim üzerimde olduğu için 146/1 göre yargılandığım mahkeme ve orada geçen sadece iki olaydan bahsettim kabataslak. Merak edenlerin 20-21 Mayıs 1963 olaylarını zabıtlarını inceleyebilir.

HOŞÇA KALIN

 

İlk yorum yapan siz olun!
 1250 karakter yazabilirsiniz

Yazarın son yazıları

Yazarın TÜM YAZILARI

Tabaklar Mah. Cumhuriyet Cad. İnci İş Merkezi No: 32 / 32 Bolu   Tel:   Faks: